...................
...................

MUTLULUK YOLU      3.BÖLÜM -4

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

III. ADAMIN ÜZÜNTÜSÜ

Kulats’ın kaçması sonrasında, iki üç ay geçer geçmez, bir sürü delikanlı Nafset’in peşine düşüvermişti. Ablası gidince, delikanlıları ağırlama görevi Nafset’e kalmış ve bunun için bir oda ayırmıştı. Delikanlılar kızı bellemişler ve hemen her akşam ona yıkılmaya başlamışlardı.

Evlenme ve iyi bir kısmet dışında derdi olmayan kızlar açısından, böylesine bir “pseluh/yavuklu bolluğu” arzulanan bir şeydi. Ablasının evlenmesi geciktiği için yakınmakta olan kız sayısı da az değildi.

Ancak Nafset’in durumu farklıydı. Eve gelip gidecek olan onca gençle ilgilenmek şimdiye değin Kulats’ın görevleri arasındaydı; Nafset, ablasının gölgesinde kalıyordu ve oldukça rahattı. Adige gençlerinin uluorta konuşmalarını şimdiki gibi dinleyip oturmak zorunda kalmıyordu. Daha akılca ve daha bilinçli konuşmalar yapıldığında, küçük divanın yanında dikilir, bir küçük kız kardeş olarak, konuşmaları sessizce dinlemekle yetinirdi. Canı sıkıldığında odadan ayrılabiliyordu. Çoğunca da öyle yapıyordu. Kitaplarından birini alır, evin ana odasına gider, anası azarlasa ve iş buyursa bile, fazla gücenmez, solgun lamba ışığı karşısında okumaya dalardı. Yüklenmesi gereken işleri ve nerede oturmakta olduğunu unutur, kitaba dalar, okumasına devam ederdi.

Ocak başında, lamba ışığı karşısında, değişik insanların yaşam biçimlerini ilgiyle öğrenmenin yolunu bulmuş olurdu. Sanki iki ayrı dünya yan yana gibiydi. Biri kendisi de içinde doğmuş olduğu dünya, diğeri kitapların anlattığı bir imrenilesi dünya. Kendi köy ve çevresi dışında bir dünya tanımıyorum derken, kitapları okudukça bilincine erdiği mutlu bir dünya, kendini ve kalbini o dünyaya ait saymaya başlamıştı. Bu koca dünya karşısında, kendisi, içinde yaşamış olduğu bu dünya karşısında bir avuç yer bile kaplamazdı. Nice kara ve denizler, ormanlar, dağlar, susuz ovalar, bozkır ve çöller, sıralanıp gidiyorlardı bu dünyada. İnsan her yerde bir uğraş, bir yaşam kavgası veriyordu, ama bir türlü mutlu bir yaşama kavuşmayı başaramıyor, durmadan ormanları yağmalıyor, tahrip ediyor, dağları parçalıyor, ücra vadileri bile talan ediyordu. Nafset de, okuduğu kitapta anlatılan kişinin peşine takılmış, koca dünyayı arşınlıyormuş gibi oluyordu, değişik yolculuklarda yer alıyor, okyanusları ve çölleri aşıyor, tropik ormanları geçiyor, değişik insan toplulukları ve değişik yaşam biçimleri ile tanışmış gibi oluyordu. Köle/ırgat olan insanların zavallılığını, güçlü/varlıklı kesimin sömürü ve zulmünü her yerde görüyor, bütün bunları kitaptan okuyordu. Mutluluğa nasıl ulaşılacağını bilemeyen ve boyuna didinip duran değişik insan topluluklarının çektiği sıkıntıları anlıyor ve onların özlemlerine arka çıkıyordu Nafset de. Kitapların bazıları yüzyıllar öncesi olaylarına uzanıyor, o çağlarda olup bitmiş olayları anlatıyorlardı; bunlar geleceği ve bundan sonrası için izlenmesi gerekli olan yolu aydınlatıyorlar; oradan günümüz dünyasına dönüş yapıp çok yönlü bakış olanağı sunuyorlardı kişiye.

Böylece çok değişik konularla tanıştıkça, Nafset’in bilinci de gelişmeye ve bir kuş gibi kanatlanmaya başlamıştı. Kitabın tadına varmıştı ve kitap okumaktan zevk duyar olmuştu.

Okumaya yeni başladığı sıralarda Nafset’in Rusçası zayıftı, çoğu şeyi anlayamıyordu. Kitaplardaki ilginç noktaları, yani şifreleri çözemiyor, bazı sözcüklerin anlamlarını bilemiyor, bunlar birer kara perde gibi görüş ufkunu kesiyorlardı. İşte bunun kaygıları içindeydi. Rusça okumakta zorlanınca, Adigece kitapları aramaya başlamıştı. Ancak Adigece yayınlanmış kitap sayısı henüz çok azdı. Rusçaya dönüş yapmak zorunda kaldı. Vargücüyle uğraşıp dururken bir çıkar yol da bulmuştu. Kitapta takıldığı sözcükleri bir deftere yazmaya başlamıştı. Bunları Değotluk’a ve köyün bayan öğretmenine soruyordu, böylece daha fazla sözcüğü kavrar olmuştu. Bıkmadan uğraştıkça, karşılaştığı sözcüklerin ne anlama geldiklerini sezgileriyle çözebilir olmuştu. Böylece bir konuyu daha iyi kavramaya, karşılaştığı bilinmedik sözcüklerin anlamlarını da, anlatım akışı içinde çözmeye başlamıştı. İşte bu aşamalarda kitabın tadına da varmış oldu.

Önceleri kitaplarda yazılı olan bazı görüşlere katılmadığı, onları tepkiyle karşıladığı oluyordu. Ancak okudukça görüş açısı gelişmeye, köydeki öretmen bayanın da yardımıyla bilinç düzeyi yükselmeye, kitaplarda yazılı olanları ve değişik yaşam biçimlerini derinlemesine kavramaya başlamıştı.

Kitabı daha derinlemesine kavramaya başlaması olayında dönüm noktası, öretmenin kendisini payladığı bir an olmuştu. Okuduğu kitapları öğretmenden alıyordu. Kitapta işine gelen yerleri okuyor, beğenmediği ya da anlamakta güçlük çektiği yerleri/bölümleri atlayıp kitabı vaktinden önce bitiriyor, ardından öğretmene geri götürmeye başlamıştı. Bir gün öğretmen bunu fark etmiş, gelip kitapta anlatılan olayları bütünüyle okumamasını eleştirmiş, olaylara yol açan nedenleri de öğrenmesi gerektiğini, uyarı anlamında Nafset’e söylemişti. Nafset, önce bunu anlayamadı. Ancak zor da olsa, içinden pek gelmiyor olsa da, öğretmeni kıramadığı için, önceleri atlamakta olduğu bölümleri de dikkatle okumaya başlamıştı. Ayırdına varmadan farklı düşüncelerle tanışmaya, çok şeyi yavaş yavaş kavramaya, yaşam koşullarını, insan özlemlerini anlatan sözcüklerin, sanki bir elmas madeni işleniyormuş gibi ustaca dile getirilmekte olduğunu görmeye ve bunların tadına varmaya başlamıştı. Yemyeşil yapraklardan öte bir şeyi olmayan bir gül fidanında açan bir goncanın farklı güzelliği gibi, kitapta anlatılan şeyler de, güzel örülmüş, yazılmış, derin görüş ve üstün bir bilinç anlayışının yansıtıldığı yerlerdi, onları bir gül ağacındaki gonca gibiymiş gibi görmeye ve algılamaya başlamıştı. Bunları defterine yazmaya ve onları yapraklar arasındaki kurutulmuş çiçekler gibi taşımaya başlamıştı. Okuma süreci içinde, böylece Rusça’sını da ilerletmiş ve güçlendirmiş oldu.

Okumanın tadına tam vardığı bir sırada, delikanlılar da, gelenek gereği yanına oturmaya gelmeye başlamışlar, Nafset de onları karşılamak ve onları dinlemek/katlanmak zorunda kalmıştı. Ev işleri okumasını engellediği gibi, akşamları oturmaya gelen gençler de, ayrılmalarına değin onu bağlıyorlar ve okumasını engelliyorlardı. Yeni yaşamın ne anlama geldiğini ilk kavrayan, ama eski geleneğin yükünü taşımak zorunda kalan Adige kadınları arasında Nafset de bulunuyordu. Eski Adige kızlarına ait bağlardan boşanıp özgürleşememiş olan Nafset, bu durumuyla uzakları görmeye ve bir genç Adige kızından kolay beklenemeyecek olan bir bilinç düzeyine erişmeye başlamıştı. O artık daha iyi bir yaşam ve mutlu bir gelecek özlemi taşıyordu. Eski Adige yaşamı ona yetersiz, dar gelmeye, bir pranga gibi kendisini boğmaya başlamıştı. İnsan gibi yaşamak istiyor, kitaplardan öğrendiği değişik yaşam biçimlerini karşılaştırıyordu, bunların içinde Sovyet diyarının özgür insanlarını seçiyor/beğeniyor, kendi de onlardan bir olmak için elinden geleni yapıyordu. Özlemi de, kadın erkek herkesin eşit, insanlığın en yüce değer olduğu, herkesin uyumlu ve birbirine saygılı olacağı bir toplum düzenine ulaşmak idi.

Nafset.

Ancak kendisi hala eski geleneğin tutsağı durumundaydı. Saatlerin nasıl birbirini izlemekte olduğunun farkında olmayan, insanın tek bir yaşam yolu dışında hiç bir şey bilmediği, zengin olmanın insan olmanın üstünde önem taşıdığı acımasız bir geçmişe ait prangalar hala Nafset’in üzerindeydi. Kulats evdeyken, o prangalar biraz daha gevşek konumdaydı. Şimdi, evlenme sırası kendisine gelince, kendisini bağlayan zincirler daha bir ağırlaşmıştı. Şimdi kitaplardaki tadı, özlemleri ve kendisi ile yeni dünya arasında uzanmakta olan tek köprü de yıkılmaya çalışılıyordu. Kendisine artık kitap okumak değil, bakmak için bile zaman tanınmıyordu.

Koca kalpaklı bir genç grubu geliyor ve evine kuruluyordu. ”Tüm benliğim ve her şeyim ile en beğendiğim…” diye başlayan ve sonu belirsiz pseluh (yavuklu) konuşmaları devam edip gidiyordu. Tüm söyledikleri kadına karşı olan arzuları ile sınırlıydı. Bir bilinç ve geleceğe ilişkin bir dünya anlayışı içermeyen boş sözlerden oluşmaktaydı bu tür konuşmalar.

O tür kişilerin ne denli kıt görüşlü olduklarının farkındaydı Nafset. Okuduklarından, içinden bilincin yansıdığı, bir elmas/pırlanta kolyesi gibi sözcüklerden oluşma konuşmaların bulunduğu kişiler olduğunu da bilmekteydi Nafset. Beğendiği ve arzuladığı kadına değer veren, ona insanca yaklaşan ve onunla anlaşma kuran başka yaklaşımlar bulunduğunu da anlamıştı. Birinin görüşünü diğerinin paylaştığı, bilinç düzeyi yüksek konuşmalar yapıldığını da öğrenmişti. Ortak amaca, iyiye ve insan özlemlerine dayalı duygularla iki bireyin bir araya geldiğini, işte bu noktaya gelmenin en iyi bir seçim olacağını fark etmekteydi Nafset. Ancak şimdi yanına pseluh (evlilik konuşmaları yapmak) için gelen koca kalpaklıların o tür şeylere ilişkin bir dertleri yoktu. Bilinçli bir gelecek arayışı, birlikte bir özlem, bir arzu, insani duygularla bir araya gelme gibisine kaygılar yoktu o gençler arasında. Bir Adige kadını, neyi düşünürmüş, neyi özlermiş, erkekler açısından bunların değeri yoktur, kadını her zaman için kendilerine bağlı kalması ve karşısında sesini yükseltmemesi, erkeğinin isteği dışına çıkmaması gereken kişiler olarak görürler, son söz kadın hakları kısıtlanmış biri olmalıdır. Kadını, eski Adige geleneğinin prangasına vurulmuş olarak görmüşlerdi/bulmuşlardı ve onun öyle kalmasını istemekteydiler.

Kendisine de kadına karşı duyulan basit bir arzuyla bakılmakta, düşüncelerine ve kişiliğine değer verilmemekte olması Nafset’i üzüyor, kendisini aşağılanıyormuş gibi görüyordu. Yine de eski Adige yaşam biçimini benimseyemiyor ve içine sindiremiyordu. Bir şey de yapamıyordu. İlişkileri kendi anlayışına göre düzenlemeye kalkışsa, Adigelik anlayışına ters düşmüş olurdu. Bilincini erkeğin karşısına çıkaramazdı, Adige geleneğine göre, Adige erkeği her zaman için kadının beyi (пщы) konumundaydı, başkaldırma/diklenme yetkisi yoktu. ”Ben şimdilik evlenmeyi düşünmüyorum, sizin boş sözlerinizi dinleyip oturamam, kendime yeni bir yaşam yolu çizmek için uğraş veriyorum, aşmam gereken daha birçok engel var!” diyerek görüşlerini belirtmeye kalkışırsa, maazallah içinden çıkamayacağı ağır bir bedel ödeme durumu ile karşı karşıya kalırdı. ”Bir kızın, evlenmek ve evlenmeyi düşünmek dışında bir amacı olabilir miydi? Pseluhlar (istekliler) peşinden geliyorsa, bundan mutluluk duymalı!” düşüncesindeydi koca kalpaklılar.

İstedikleri zaman gelirlerdi, kızın bir derdi var mı, içinden ne geçiyor, durumu uygun mu, diye hiç düşünmezler, gelişi güzel konuşup otururlardı, eğer kız yatmış ise kaldırırlardı, bu Adigeliğe aykırı bir şey değildi. Kız biraz ters davranacak olursa, bunu çok uygunsuz bir şey olarak karşılarlardı. Peki Nafset ne yapsındı, Adige geleneğinin kalın ipleriyle bağlanmış halde şimdi tam karşılarındaydı, aralarında sinir bozucu biri varsa şayet, ona da katlanmak zorundaydı. Sadece, ”Evlenecek çağa gelmiş olsaydım, o zaman size bir yanıt vermeye çalışırdım…” türü sözlerin ardına gizlenmeye çalışıyordu. Yavaş yavaş, farkına vardırmadan konuşmaları düşünce alışverişi platformuna çekmek için didindiği oluyordu.

Bilime ilgi duyan, bilinci uyanmaya başlamış olan gençlerin bulunduğu söyleşilerde, Nafset o olanağı yakalayabiliyordu. Basit konuşmalar dışına çıkılıyor, bilinç içerikli konuşmalara başlıyor, kitaplar ele alınıyor, gençlerin “Canla ve başla…” diyerek başlattıkları pseluh konuşmaları bırakılıyor, Nafset’in de bir kadın olduğu unutuluyor, anlattıkları yerinde bulunarak, onu dinleyip gece yarılarına değin oturdukları oluyordu.

Ancak koca kalpaklılar, verk (оркъ/soylu) kökenliler, parlak çizmeli ve gümüş kemerli olanlar çoğunlukta olduklarında, durum karışıyordu. Onlar, Adige geleneğine uygundur, uygun değildir dar görüşü dışına çıkamamış, çıkmak da istemeyen kimselerdi. Onlar eski Adigelik anlayışına bağlı kalmış ve onun ötesine uzanmayı istemeyen kişiler idiler. Onlar kendi kavlaşmış beyinlerinin almadığı şeyleri delilikmiş gibi görüyorlardı, onun dışında bir şey bilmiyorlar, bilmek de istemiyorlardı. Verk kaşlarını çatmış halde otururlardı. Gümüş kemerleri ve pırıl pırıl çizmelerinden daha değerli bir şey, insanlar bulunabileceğini düşünmek bile istemiyorlardı. İşlerine gelmeyen şeyler söyleyen Nafset de umurlarında değildi onların:”Kadı kız (ukala), Adigelik, insanlık gibi şeylerden nasibini almamış küçük bir kız. Bir kız imam/hatibe (ефэнды) vaazı dinlemeye gelmediğimizi anlayamıyor bir türlü!” diyerek içlerinden Nafset’i çekiştiriyorlardı. Pseluh konuşmalarını durduruyor, erkek bir hindi gibi kabararak, , burunları havada, pek de konuşmadan, bir süre oturup kırılmış halde kalkıp gidiyorlardı…

Böylelerinin gitmeleri Nafset’i sadece sevindiriyordu, ancak o tür kişilerin hoş olmayan birtakım sözleri köye yaymış olduklarını da duyuyordu.
Sonunda köydeki gençler Nafset konusunda ikiye bölünmüştü. Bir grup Nafset’in bilincine ve insanca davranışlarına değer veriyordu. Akşamları yanına gidip konuk olduklarında, Nafset ile söyleşi yapıyor, daha da bilinçleniyorlardı. Onlar pseluh için değil, düşünsel platformda söyleşilerde bulunmak üzere Nafset’in yanına gelmeye başlamışlardı. Bu gelenler arasında ikomsomol olanlar çoktu. Onlar kültürel konularda konuşma amacıyla Nafset’in yanına gelmekteydiler, giderek de Vıstanekoların evine gelmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.

Öbür koca kalpaklı grup ise, ”Sıradan bir kadı (gevze/bilgiç geçinen) kız diyerek, beğenmiyorlarmış gibi yaparak, sonunda Nafset’den uzaklaşmıştı.
Koca kalpaklı gruptan olup Nafset’den kopmayan ve gelmeye devam eden tek kişi kalmıştı. O da İsmahil idi.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son