...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -05

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

IV. DERTLİ KEMENÇE (ПХЪЭПЩЫНЭР ЗЫК1ЭТХЬАУСЫХЭЩТЫГЪЭР)

Geceler uzamaya, gündüzler de kısalmaya başlayınca, havanın soğumasına koşut olarak yağmur yağışları da artmaya başlamıştı.Ardından, fazla bir süre geçmeden yağmur yerini lapa lapa kar yağışlarına bırakmıştı. Giderek de her taraf karla kaplanmıştı. Esmekte olan soğuk rüzgarlar da karın gelişi ile birlikte ne yapacaklarını şaşırmışlar gibi duraklamışlardı. Gökyüzü kaşlarını iyice çatıp yeryüzüne doğru iyice çökmüş, iri iri taneler biçiminde kar dökmeye başlamıştı. Evlerin damları, ağıllar ve her taraf kalın kar tabakalarıyla örtülmüştü, ağaçların üzerleri kargaları bile dondurmuş gibi kar kaplıydı. Akşama değin, kümese dönmesi gereken tavuklar karı aşamayarak, gıdaklıyorlar, ahırların siperlerine doğru uçuşuyorlardı. Gökyüzü kaşlarını henüz indirmeden gece karanlığı da bastırmıştı,  durmadan kar yağmaktaydı.

Henüz karanlık tam bastırmadan Nafset, soğuktan korunmak için üzerine aldığı küçük bir şal ile bahçedeki karları yararak ilerlemeye başladı. İnce pabuçları ıslanıp su almaya ve ayakları donmaya başlamıştı. Ayrıca üstüne yağmakta ve yüzünde erimekte olan karlar yüzünü gıdıklıyorlardı. . .

Nafset, karları yararak Karbeç'in evine giden ince bir yol açmış oldu sonunda.

Karbeç odun ateşi başında, kemençesini acıklı bir biçimde çalıp duruyordu. Kürkünü giymiş, koyun derisinden kalpağını iyice başına geçirmişti, sakal ve bıyığı ise üzerine kar yağmış gibi bembeyazdı. Daha da bükülmüş, kamburlaşmış biçimde gözleri ocaktaki korlara dönük kemençesinin sesini dinlemekteydi. Gözleri yaşarmış, üzerlerine avuç avuç kırmızı yıldızlar serpilmiş gibi ateşin karşısında parıldıyorlardı.

İçeri girmiş olan Nafset'e bakmadı ve bir şeycikler olsun söylemedi. Böyle durumlarda dedesini üzmemesi gerektiğini biliyordu Nafset, konuşmadan gidip divanın bir köşesine ilişti.

Nafset kemençe sesini pek sevmezdi. Bir yakınma sesini andırıyor ve insanın içini burkuyordu. İçindeki ve yaşadığı ortamdaki bitmez tükenmez yakınmalar gibi, içinde bir sürü soru yaratıyordu. Ancak içinde barındığı toplumun özlem, sevinç ve üzüntülerine alışmış olduğu gibi, dedesinin kemençesinden yayılan dertli şarkıları oturup dinlemeye alışmıştı.

Nafset hala içinde yaşadığı koşulları derinlemesine kavramaktan ve onlara akılcı çözümler getirmekten uzaktı. Düşünmekte olduğu şeyler ise, kemençenin söyledikleri gibi, belirginleşmemiş düşünce ve özlemler gibisine şeylerdi, kendisini çevreleyen insanların yaşamlarında oluşmakta olan düşünce ve özlemlerle sınırlıydı. Ancak en çok da üzerinde durduğu şeyler, kendi pek farkında olmasa da, içinde yaşadığı umutsuz ortamdan bir çıkış yolu bulma üzerine olan şeylerdi.

Bütün gün Meleçhan’ın (Мэлэчхъан/Melekhan) başına geleni düşünmekten kendini alıkoyamamıştı. Bu komşu kız geçen yıl kocaya varmıştı. Şimdi dün tışase (тыщасэ) olarak baba evine ilk kez ziyarete gelmişti. Komşu kızları içinde Nafset’in en sevdiği ve en fazla ilişki içinde olduğu kız da oydu. İçinde yaşadığı topluma eleştirel bir gözle bakmayan, üzücü bir durumla karşılaşıp, keyfi kaçsa bile, küçücük bir mutlu duruma tanık olduğunda çocuk gibi sevinen ve derinlemesine düşünmeyen neşeli küçük bir kızdı. Ancak bir yıl içinde ne hale gelmişti şimdi. Sisten, toz dumandan yeni çıkmış biriymiş gibi, görüntüsü Nafset’in karşısında duruyordu. Yalancıktan da olsa tatlı dilini hala yitirmemişti, ancak kızlığı dönemindeki umursamazlığının ve neşeli havasının zerresi bile kalmamıştı. Yalancıktan gülümsemesinin ardından yatan derin umutsuzluğu görmek zor bir şey değildi. Gülümsediğinde bile, umutsuzluğu gözlerinden okunuyordu. Kanı son damlasına değin çekilmiş gibi benzi sapsarıydı, yaşlı suratlarda görmeye alışkın olduğumuz özellikler, şimdi, bir zayıflık belirtisi olarak, yüzünden yansıyordu. Büyük bir belanın içinden çıkmış, yeniden o belanın içine düşme korkusu içinde imiş gibi bir görüntü veriyor, bu korku yüzünden taşıyordu. Kızlığındaki karşılıklı güvene dayanarak sorduğunda bile, kadın, Nafset’i yabancı bir imiş gibi yanıtlamaktan kaçınmıştı. Gittiği yerde mutlu olduğunu söylüyordu, ama sözlerinde söylemekten kaçındığı yanlar bulunduğu seziliyordu. Korktuğunu ve korkutulmuş olduğunu, zavallılığını başkalarından saklarmış gibi bir hali vardı. Bu durum her halinden anlaşılıyordu.

Bir canlının öldürülüşüne tanık olmak ne denli iğrenç bir şey ise ve o tür görüntülerden korkuluyorsa, Meleçhan’nın bu duruma düşmüş olmasını görmek Nafset’i ürkütmüştü. ”Başka bir aileye katılmak o denli bir belaya mı yol açıyor?” der gibisine bir kaygı doğmuştu içinde.

Sorusuna verilmiş bir yanıt gibi Darihan’ın (Дарихъан) görüntüsü de Nafset’in karşısında canlanmıştı. Bir deri bir kemik kalmıştı Darihan ama vücuduna elini dayayarak dik durmaya çalışıyordu. Yumuşak adım atıyor ama gücüne hala güveniyor olmalı, ayaklarını yere sağlam basıyordu. Sevecen ve iyiliksever bir yaşlı kadın olarak hala dimdik ayaktaydı. Tek oğlunu yitirmiş, kocası ile bir başına kalmıştı, Vıstanekoların hemen bitişik komşusuydu. Yitirdiği çocuğu yerine koyup Nafset’e kol kanat geren tek kişi de oydu. Yaşlı kocası karabiber gibi ateş saçan aksi biriydi, içi sıkıntı ve kaygıdan geçilmiyordu, ama artık kanı çekilmiş yaşlı bir adamcağızdan başkası değildi, bağırma sesi konu komşu ve bütün bir mahalleye yetiyordu. Yaşamlarını yoksulluk içinde geçirmişlerdi. Yoksulluğa ve aksi kocasının bağırma ve azarlamalarına katlanarak ömrünü tamamlamaktaydı Darihan. ”Darihan’daki bu sabır” diye köyde adı söylenen biri olmuştu. Bir at ya da arabaları olmadığından, kendileri o işi yüklenmiş, bir yükü koltuğuna almış ya da omzuna atmış gitmekte olduklarını köyde ya da kırda olsun herkes görmeye alışmıştı.

Devrimden önce hasta olup yatağa düştüğü sürece çekmiş olduğu acıları Nafset’in unutması olanaksızdı. Üç yıl boyunca ağzından küller savrularak ocak başında yatmış, iniltisi üç yıl boyunca köyde duyulmuştu. Sancısı tuttuğunda, artık dayanamıyor,  inildiyor, bağırıyor, evin toprak tabanını tırnaklarıyla tırmıklıyor ve odayı adeta eliyle kazıyordu. Uzaktaki kent hastanesine götürülmesi için gerekli parayı bulamıyorlardı, elde avuçta olanı yitirip bulmaktan da korkuyor, kendi ailesi ve kocası çektiği onca acıya karşın durumu üç yıl boyunca seyretmekle yetinmişlerdi. Sonunda kocası dayanamadı ve tek ineğini satıp karısını kente götürüp tedavi ettirmiş ve iyileştirilmesini sağlamıştı.

Darihan, Nafset’in yanına her gelişinde, umarsızlığının ve ne yapacağını bilememenin kaygısıyla, Nafset’in hala bir çocuk olduğunu unutuyor, içini ona açıyor ve dertlerini onunla paylaşıyordu.
- A benim biricik güneş ışığı küçük kızım (сищэщэ тыгъэ нэбзый ц1ык1у), senin de benim gibi nasipsiz olmaman için Ulu Tanrı’ya yalvarıyorum, diyordu sık sık Nafset’e.

Ancak çoğu zaman, hasta düştüğü günlerden beri, Darihan ellerini bacakları üzerinde, çenesini ellerine dayamış ocak ateşinin karşısında oturmayı, ağıtlar söyleyip kendi başına yakınıp durmayı alışkanlık haline getirmişti. Darihan’ın ağıtlarını, dedesinin kemençesinden dökülenlere benzetiyor, sık sık düşünüyordu bu durumu. Darihan da dedesi de benzer biçimde ve umutsuzcasına gözlerini ateşten ayırmıyorlardı. Onları o denli düşündüren ve umutsuzluk içine düşüren şeylerin ne olabileceğini ise, bir türlü anlayamıyordu Nafset…

Onlardan ayrı olarak Nafset’i kaygılandıran köydeki yaşlanmış kızlar içinde Ş’evel’ıların Çab’ı da vardı (Шъэол1ымэ я Чаб). Adı bir delikanlı yüzünden kötüye çıktığından, evde kalmıştı. Kendisinin sevebileceği gibi birisi de karşısına çıkmamıştı ondan sonra. İsteyenleri de o beğenmemişti. Üzüntü ve durumunu düşünme kaygıları içinde hastalık kapmıştı sonunda. Eski geleneksel anlayışa göre, bir koca bulamadığından, artık dünyalık bir beklentisi de kalmamıştı.

Bir kız olduğunun görüntüsü,  bir zincirden bukağı gibi kendisini bağlamış, koca bulma umudunu da yitirmişti ve yüzünü başkalarından saklamaya çalışıyor , ”Çabe gibi” denilerek köyde söylenen ve fazlalık görülen bir insan gölgesine dönüşmüştü…

Dedesinin kemençesinden dökülen nağmeler,  öylelerinin yakınmaları ve mutsuzluk içinde yitip gitmiş olanların ağıtları imişler gibi geliyordu Nafset’e. İçi buruklaşmış, zor soluyormuş gibi, kemençenin yaşlılara özgü çıkardığı şarkı sesleri Nafset’in gözlerini yaşartmıştı, üzüntü ile acıma duyguları içinde, içi eritmekteydi. Elinden gelse tüm mutsuz ve zavallılar için canını ortaya koymaya hazırmış gibi kalbi onlar için çarpıyor, kemençe sesi Nafset’in içini sızlatıyordu. Dans havaları çıkarırken bile,  kemençe, bitmez tükenmez arzu ve umutsuzlukları döktürmekten eksik kalmıyordu. Kendi sorununu, umut ve özlemini  kendi çözme olanağından yoksun Adige kızları, gizli bir umut ve tatlı bir dil biçiminde bütün bu üzüntüleri şarkılarına yansıtmışlardı…

Bunları yeterince anlayacak bir düzeye erişmemiş olsa da, Nafset onları içinden seziyor, bulanık ve sise gömülü umut ve arzuları beyninde dolaşıyor, ama onlara yine bir çözüm bulamıyordu. Kendi başına gelebilecek olan şeyleri de düşünmeye başlamıştı. Yoksul ve sıkıntı dolu bir yaşam sürdürdüklerini biliyordu, çevresindeki insanların bilgi ve bilinçlerinin gelişmiş olmadığını da kavramaya başlamıştı. Yaşlı başlı ve çoluk çocuk, Adige geleneğine göre dinlemesi ve saygı göstermesi gereken kişilerdeki eksiklikleri görür gibi olmuştu.

Dün akşam birkaç genç Kulats’ın yanına oturmaya gelmişti. Köydeki en varlıklı ve en saygın, köydeki kızların varmak için can attığı gençlerdendi bunlar. Pseluh diyerek, şakalaşarak ve eğlenerek gece yarısına değin oturmuşlardı. İçlerinden biri Rusçaya ağırlık veriyor, anlaşılmayan sözcükler sıralayarak oturuyordu. Aynı kişi bir sigara  paketi çıkarıp:
- Biliyor musunuz “Antik” dedikleri şey işte bu! deyip elini paketin üzerinde gezdirdi.

Oturanlardan biri  “İsterse antik olsun, isterse olmasın, ver bakalım biz onu şimdi antik yaparız!” diyerek elini uzattı. Aynı biçimde diğerleri de ellerini uzattılar.
- Olmaz, o sizin içtiğiniz tütünlerden değil, siz kendi tütünlerini içebilirsiniz, ben onu Amerika’dan, Paris’ten getirttim, diye karşı çıktı.

Aralarındaki tartışma tam bir saat sürmüştü. Ancak Paris’in Amerika’da değil, Fransa’nın başkenti olduğunu bileni yoktu içlerinde. Nafset ise, Adige gazetesinden okumuştu ve durumu biliyordu, ama bilgisizliklerini başlarına vurmayı uygun bulmamış, önemli de  bulmayarak ve içinden onları ayıplayarak ayakta dikiliyordu.

Kulats’ı, sonunda içlerinden biriyle evlenmeye razı ettiklerini belirterek ayağa kalkmışlardı.
- Haydi, gerçekten bana varmayı istiyorsan hemen gidelim, diyerek çocuk Kulats’ın elini tutmuştu.
- Niye olmasın, istiyorsan ben dünden hazırım! diyerek Kulats da onunla birlikte gitmeye başlamıştı.

Bahçe kapısına ulaştıklarında Kulats elini kurtarıp geriye kaçmıştı. Öbürleri de tabancalarını çıkarıp üç el havaya ateş açıp gitmişlerdi. Onların bu silah sıkma gösterileri Nafset’e gülünç gelmişti…

Bir akşam komşu bir köyden başka bir genç, pseluh için Kulats’ın yanına gelmiş oturuyordu. Kendini üstün biriymiş gibi göstermeye çalışıyor, övünüp duruyordu. Oldukça güzel giyinmişti, ama giydikleri kendisinin değilmiş de emanet imiş gibiydi, vücuduna tam oturmamıştı. Yalancılığını gösterir gibi gözleri fıldır fıldır dönüyor, dudaklarından da sahtekarca gülümsemeler dökülüyordu, sözlerini bir köstebek zinciri gibi birbirine bağlayıp oturuyordu. Bir süre öyle oturdu, sonra elini cebine sokup birkaç anahtar çıkardı.
- Bak hele, ben ne yapmışım! diye büyük bir üzüntüyle karşılaşmış gibi yapıp söze başladı, sonra da sustu.
- Ne yapmışsın ki, diye sordu yanındaki arkadaşı.
- Vallahi de büyük bir hata işlemişim. Dükkanın anahtarlarını bilmeden yanımda getirmişim…
- Açamazlar mı artık dükkanı?
- Büyük bir kilidi var, kocaman bir demirden, asla açamazlar. Babamız bizi adamakıllı azarlayacak anlaşılan… Ancak ondan da  önemli olanı Kulats’ı yeterince görmeden ayrılacak duruma düşmüş olmamız…

Daha sonra, birine sorduklarında bir dükkanlarının olmadığını, yalan söylediğini öğrendiler. Kulats’ı kandıramayacağını anlayınca da, köyden başka bir kızı kandırıp götürmüştü.

Bir tek Değotluk onlara benzemiyordu. Bir yere gideceğinde o tür güvenilmez kişileri yanına almazdı. Çoğunca bir başına Nafset’lere gelirdi, ağır bir iş yüklenmiş de düşünceye dalmış gibi, gizlice üzülmekte olduğu yüzünden okunarak, fazla konuşmadan otururdu. Yorgun argın, derdini dökecek birilerini arıyormuş gibi, çok kalmaz kalkıp giderdi. Kızların her zaman yaptıkları gibi, Kulats da evlenme ve yuva kurma benzeri işlerine daldığında, Değotluk böyle şeyleri dinlemeyi pek sevmezdi. Kulats’ın beğenip övdüğü kişileri ise Değotluk soğuk karşılıyor, öylelerini iteleyip alaya alıyordu. Değotluk kimi sevdiğini ve kimin peşinde olduğunu açıkça söylemezdi. Büyük bir iş peşindeymiş, sırrını içinde saklıyormuş gibi konuşuyordu. Kulats’ın ciddi biçimde söylediklerini ise şakaymış gibi karşılıyor ve geçiştiriyordu. İçindekini Kulats’a dosdoğru söylemiyordu bir türlü. Bu durum Kulats’ın da merakına yol açıyor, erkeklerin arzulu bakışlarına alışık olan bu güzel kız duruma üzülüyor, dudaklarını ısırıyor ve kibirle karışık kendini tutmaya çalışıyordu. Birbirlerine açılamamış bir biçimde Değotluk da çıkıp gidiyordu.

Kulats bir kaygı duymadan Değotluk aleyhinde ileri geri sözler edebiliyordu, ama onun sözlerinden de çok çekiniyordu. Değotluk’un Kulats aleyhinde konuştuğu hiç duyulmamıştı, ama yine de Kulats’ta güven yaratacak bir davranışta da bulunmuyordu. Bundan dolayı Kulats biraz kaygılıydı, korkuyor ve Değotluk’tan çok çekiniyordu. Bir araya geldiklerinde şakayla karışık, ama inatçı bir biçimde birbirleriyle karşılıklı lafa tutuşuyorlardı.

Nafset, karşılaştığı gençlerden en çok Değotluk’a değer veriyordu. Kulats ile yaptığı tartışmalarda, anlamını pek anlayamasa da içten Değotluk’u destekliyordu. Değotluk’un kendisi de Nafset’in kendisini desteklemekte olduğunu biliyormuş, sanki iki kişi adına konuşuyormuş gibi Kulats’ın karşısına dikiliyordu. Ancak Değotluk Nafset’e ilişkin bir kaşen (evlenme amaçlı arkadaş seçme) ve pseluh (evlenme amaçlı sohbet)  davranışı içine girmiyordu. Nafset’in birçok kişide görmüş olduğu arzulu bakışlar Değotluk’da yoktu. Okuma ve yazma gibi işler peşinde olması, diğerleri gibi Değotluk’un canını sıkmıyordu.  Tam aksine iş edinip yanına oturuyor ve Rusça sözcüklerin anlamını Nafset’e açıklıyordu. Beldeye (stanitsa) indiğinde de Nafset’e defter ve kitap getirdiği oluyordu.
- Nafset, sen okuma yazma işinden geri kalma, yoksa Kulats’ın kocaya varmak dışında okumak gibi bir niyeti yok, diye ara sıra takılıyor ve Kulats’ı korkutuyordu.

Değotluk ile Bibolet’in huyları birbirine çok benziyordu…

Bu sözler üzerine Nafset, Bibolet’i anımsadı ve içi cız etti. Bibolet’e karşı duyduğu duygudan korkmuş gibi, anımsamakla bir kusur işlemiş ve bunu düşünmeyi bile istemiyormuş gibi, kendisini bir silkeledi ve başını yukarı kaldırdı. Tüm kanı, sanki yüzüne doğru yükselmiş gibi iki yanağına vurmuş, kızıla dönüştürmüştü. Arkasına dönüp dedesine yardım etmek istermiş gibi bir baktı. Karbeç, sırtı kendisine dönük, kemençesini çalıp ocaktaki korlara bakıp oturuyordu… Odaya karanlık basmak üzereydi. Gaz lambası ocağın altında, ocak başında bir raf üzerinde duruyordu, bacanın üzerindeki geniş davlumbaz büyük bir gölge oluşturuyordu, bu gölge yüzünden çatı direkleri görünmez olmuştu. Evin içine kar düşüyor ve soğuk odayı sarıyordu.

Odadaki kış soğuğu ve sessizlik, umutsuzcasına Bibolet’i anımsamış olması, bütün bunlar birbirine karışmış bir halde, içinde bir sıkıntı duydu. Dedesi ona bir yabancı imiş gibi gelmeye başlamıştı artık…

Fazla oturamadı, gitmek üzere kapıya yöneldiğinde eve doğru gelmekte olan bir ayak sesini işitti. Ayak sesi evin köşesini dönüp karları yara yara kapıya ulaştı. Kapıyı açtı, ama dar kapıyı geçmekte zorlandı, üstündeki kepenek (кlакlо) ve başındaki başlığı (шъхьарыхъон) ile içeriye bir karaltı biçiminde girdi. İçeri girer girmez silkinmeye ve üstündeki karları dökmeye başladı. Yüzünü çevirir çevirmez Nafset Halaho’yu tanımıştı.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son