...................
...................

MUTLULUK YOLU      1.BÖLÜM -03

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

VI.  MIHAMET

- Allah aşkına, bizim gibiler için yaşıyor denebilir mi? Hayvan gibi çalışıp hayvan gibi yaşıyoruz. Düşünüyorum da, bu koca dünyada olup bitenden bir şey anlamadan, gözleri bağlı yaşamaktan daha zavallıca bir şey olabilir mi? Biz bir avuç Adige, kendimizi, sanki bütün bir dünyaya yetiyormuşuz sanıp köylerimize takılmış kalmışız. Ancak bu son birkaç yıl içinde gördüğüm şey durmadan beni düşündürüyor. Dünya çok büyükmüş! Bu dünyada bilmediğimiz ilginç çok şey varmış! Derin bilgiler, ilginç buluşlar, değişik yaşam biçimleri,daha neler neler...

Bir filozofmuş gibi Behukoların haç’eşinde masa başına kurulmuş konuşmakta olan bu koca bıyıklı kişi Mıhamet (Muhammed) idi. İri yapılı, otuz yaşlarında, Behukoların komşuları ve oldukça da yakışıklı olan biriydi Mıhamet. Çok çocuklu ve kadınlı ailesini, bir başına, bir meşe sırığı gibi ayakta tutmaya ve yaşatmaya çalışıyordu. Mıhamet’i kanatlarını açmış bir kara kartal gibi tarlalarda çalışırken görmeye bütün köy alışıktı. Ailesinin tüm yükü, bütünüyle onun omuzlarındaydı. Bütün bir yaz boyunca, köye giden bütün dönemeçleri dönen herkes, kavurucu güneş altında kırlarda çalışmakta olan Mıhamet’in bir korkuluğu (хьэнцэгущэ) andıran görüntüsünü, gömleğinin etekleri rüzgarda uçuşur halde görürlerdi. Bir başına bütün işlerin altından aynı anda kalkamadığından, bir işten ötekine koşuşturup dururdu. Ot biçimi, ilkbahar ekimi ve ürün hasadı gibi işlerin yapıldığı dönemlerde, genç ve güçlü bedeniyle, ayakları toz toprak içinde, moralini ve neşesini yitirmeden boyuna, durmadan çalışırdı.

Kalabalık ailesinin yüküne ve zorlu çalışma koşullarına katlanmak dışında, köyde gençlerce düzenlenen toplantılara katılmaktan da geri kalmazdı. Köydeki haç’eşlerde ve gençlerin şarkı (орэд) şölenlerinde başlatıcılık ve yöneticilik işleri hep Mıhamet’e verilirdi, herkes buna alışmıştı. İlkbahar akşamları yün ya da ot yüklü at arabasıyla, kırları dolduracak biçimde Adigece ağıtlarıyla (гъыбзэ) eve dönüşünü görmeye ve onun şarkılarını uzaklardan duymaya köylüleri alışkındılar, şarkıları söyleyenin de Mıhamet olduğunu bilirlerdi.
- Vallahi de bravo, aşkolsun! Bu Mıhamet yaman bir çocuk, hiçbir güçlük onun belini bükemiyor, derlerdi.

Yerinde, tutarlı ve sempatik hareketleriyle Mıhamet, her katıldığı topluluğa neşe ve canlılık katardı, onu sevmeyen ve ona değer vermeyen bir kişi bile yok gibiydi köyde.

Behukolara her gelişinde Bibolet’in yanına uğrar ve onu hiç yalnız bırakmazdı, ona içten bir güvenle bağlanmıştı. Kimseye açamadığı düşünce ve özlemlerini ona açar ve ona güvenirdi. Bibolet de, okumuş biri olmadığı halde, ondaki kıvrak zekayı ve kavrama yeteneğini gördüğünden, Mıhamet’e ayrı bir değer verir ve ona farklı yaklaşırdı.

Şimdi de geldiğini duyar duymaz hemen Bibolet’in yanına gelmişti. Kalınca boynunu sergiliyormuş gibi, göğsünü masaya dayamış, derin bir düşünce içine dalmış oturuyordu. Açık kapıdan odanın içine üşüşen ve güneşin cılız ışıkları altında uyuşuk uyuşuk oturan güz dönemi sineklerine bakarak konuşmasını sürdürüyordu Mıhamet.
- Hey gidi, hey… Beni okutmayan babama ve anneme ne kötülük etmişim ki ben! Tanrı günah yazmasın, peşlerinden hadrıhe’ye (ahrete) bir ilenç (beddua) yollamak istemiyorum, ama biraz okuyabilir, okuduğumu da anlayabilir biri olsaydım, dünya malına değişmezdim. Allaha karşı çıkmış olmayayım, mal da mülk de sorun mu, aklın başında, iki bileğin de iş görüyorsa, mal ve mülke ulaşmak o denli zor olan bir şey mi? Bizim gibi, boyunduruğa koşulu öküz gibi yaşamak, işte ben buna zavallılık derim. Olmadı vesselam. Babam erken yaşta öldü, ben de evde bıraktığı bir sürü çocuğun en büyüğü olarak, onları korumasız bırakamazdım, bu yüzden okuyamadım. İşe yaramayan biri olarak kaldık işte. Sovyet yönetimini kötüleyip duran bir sürü insan var köyde, bunlar yalan söylüyorlar! Elimde bir yetki bulunsaydı, onlara hiçbir fırsat tanımaz, herkes için okuma zorunluluğu getirirdim! Böyle yapılmazsa, kendi kişisel çıkarı dışında bir amacı olmayan ve köyde yan gelip yatan bu cahil kişilere biner Ruble para dağıtsan bile, işe yaramaz, saçıp savurur, yiyip bitirirler. Üstelik ceplerine biraz para girdiği için daha da yüreklenir, büsbütün azıtırlar, yani bu para onlara hiçbir iyi şey sağlamaz. Hükümet ne yapacağını, kuşkusuz bizden iyi bilir. İnsan okumakla, eğitimle bir yerlere ulaşabilir. Bu arada Sovyet iktidarının kadınları gavurlaştırdığını, dini yok ettiğini ve buna çok üzülmekte olduklarını söyleyen bazı kişiler var köyde. Ben o tür kişilerin ne denli Müslüman olduklarını da çok iyi bilirim! Ellerine fırsat geçmesin bir, adamı çiy çiy yerler. Kadın için okumasın demiyorum, okusun ama insanlığını da yitirmesin…

Mıhamet’in kadınların okumasını olumlu karşılaması Bibolet’i şaşkına çevirmişti. Önceleri anlaşamadıkları ve sık sık tartıştıkları en önemli konu kadınların okuması konusu idi. “Bibolet, şayet kendini bilen biri isen, azıcık da olsa bir Adige olduğunu unutmaz, ona göre hareket edersin, Adige kadınlarını da okutacağım diyerek onları arsızlaştırmanı ve sokağa salmanı hiç istemem” der ve Bibolet’le tartışırdı. En son görüştüklerinden bu yana, henüz bir yıl bile geçmemişti, Mıhamet’teki bu değişim Bibolet’i çok şaşırtmıştı.

Mıhamet konuşmasına ara verdi. Sandalyesini gıcırdatarak yeniden yerine daha sağlam biçimde bir kuruldu ve sırtını sandalyesinin arkasına dayadı. Elini bacağına doğru uzatıp yan cebinden odundan yapılma kocaman tütün tabakasını çıkardı. Hiç acele etmeden, yavaş yavaş ve düşüne düşüne tütününü kağıda sardı. Kağıdın bir kenarını dudağıyla kopardı, ardından kenarından ıslatıp cıgarasını yapıştırdı. Kalın beyaz cıgarasını güneşten kavruk dudaklarının arasına sıkıştırdı, yine hiç acele etmeden cebinden kibritini çıkardı. Yaktığı kibrit yüzünü aydınlatmıştı. Gözlerinden üzüntü ve umutsuzluk taşıyordu, çok uzaklara bakar gibiydi, özleyip de ulaşamadığı şeyleri yakalamak, haç’eş duvarını delip uzaklara ulaşmak istiyor gibi görünüyordu.

Saldığı yoğun tütün dumanı içinde boğulmuş, yoğun bir düşünce atmosferine de dalmış gibi yerine sığamıyor, için için bir rahatsızlık görünümü yansıtıyordu, ardından oturuş biçimini yeniden değiştirdi ve omuzunu pencere pervazına dayadı, uzaktan gelen bir sesmiş gibi, çok yavaş bir sesle Hathı Mıhamet Ğuaze’nin (Хьатх Мыхьамэт гъуазэ) (1) ağıtını okumaya başladı. Ağıt, bunaltıcı sıcağa serinlik sağlayan bir buz gibi Bibolet’i önce bir ürpertti ama hemen ardından şarkıya kulak kesildi. Ancak çok sürmedi; Mıhamet, başladığı gibi tek bir kıta okuyup ağıtına son vermişti. Ağıt, çıkıp geldiği eski uzak diyarlara bir geri dönüş yapıyormuş, bir yakınma sesi imiş gibi bir gelip hemen gerisin geri gidivermişti.

Bibolet, Mıhamet’e bir baktı ve onun umarsız görünümü karşısında, için için bir acı duydu. Ne kadar da çok insan vardı bu koca dünyada, Mıhamet gibi iyi bir insan olmak, insanlığa hizmet etmek isteyen ama insanca isteklerini gerçekleştiremeyen kişi! Nice kişi, içinde yaşadığı toplumun nefretine uğramaktansa ölmeyi yeğlemiş, insani değerler için zorlulara katlanmayı göze alan bir olgunluğa ulaşmıştı. Şarkılara kötü bir ad bırakarak yaşamaktansa, canını vermeyi göze alan, insanlığın ve haklı olanın yanında duran, insanın özgürlüğü ve onuru için savaşım veren nice insan vardır, bu uğurda nice Adige gencinin de umudu ve yaşamı da erimiş, yok olup gitmişti geride bıraktığımız o eski kötü yaşam dönemlerinde! Düzene baş kaldıranlar, ittifak içindeki pşı-verk gücü (2) ile Çarlık rejiminin ezici güçlerini karşılarında buluyorlardı. Adım atmak istediklerinde de, aşılması olanaksız kalın bir buzul tabakası gibi, o güçleri karşılarında buluyor, biraz nefes almak istediklerinde de egemen gücün demir zincirlerine vuruluyorlar, gidecek ve sığınacak bir kapı bile bulamıyorlardı. Bu yüzden sayısız genç insan, vaktinden önce göçüp gitmiştir bu dünyadan, sayısını Tanrı bilir!
- Evet, öyle Bibolet, aç kurt gibi uluyarak kısacık ömrümüzü tamamlıyoruz, dedi Mıhamet, daha rahat bir biçimde oturarak ve daha güven dolu bir sesle.
- Mıhamet, umutsuzluk dönemleri kapandı artık! diye yanıtladı Bibolet, daldığı derin düşüncelerden sıyrılarak.
- Umutsuz değilim ama fazla umutlanacak bir şey de göremiyorum…
- Mıhamet, umutsuzluk duvarını aşmış olman gerek, okuyayım dersen, okumak isteyenlere kapılar ardına değin açık. Şöyle bir silkin ve kendine gel! Mıhamet, senin için okul bulmak ve seni okula yerleştirmek işi bana ait olsun tek, gel benimle birlikte, okuman gerekiyor senin, diyerek ciddi ciddi konuştu Bibolet.
- Hayır, o iş bizden geçti, artık otuz yaşıma bastım… Ayrıca bakmakla yükümlü olduğum bir sürü çoluk çocuk var. O umarsızları bir başlarına bırakıp gidemem, sırf kendimi kurtarmaya kalkışırsam insanlar neler demezler arkamdan… İçinde yaşadığın toplumun sana yüklediği sorunların üstesinden bir başına kalkamazsın, bunu anlamış olmalısın, Bibolet.

Akşam güneşinin cılız, çeyrekleşmiş çarpık ışığında, kapıda bir insan gölgesi belirdi, kapıda birikmiş olan sinekler de uçuşup kaçıştılar ve pencere kenarlarına kondular. Behuko Hacı’nın başındaki sarık, olgunlaşmış bir ayçiçeği başı gibi kapıda belirdi. Mıhamet ile Bibolet hemen ayağa kalktılar.
- Aaaa Mıhamet! Sonunda haç’eşimizin yolunu bulabilmişsen ne güzel. Büsbütün yitip gitmişsin sanmıştım, dünya malı peşine sen de mi düştün yoksa, dedi Hacı şakayla karışık Mıhamet’I iğneleyerek.
- Çırpınıp duruyoruz işte, diyerek kestirip attı Mıhamet de.

Mıhamet’le Hacı birbirlerinden hoşlanmazlardı. Mıhamet’in babası öldüğünde, Hacı, komşuluk ve babalık yapmak istemiş, gereksindiği her şeyi kendisine söylemesini Mıhamet’ten istemiş, kendilerine “göz kulak olacağını” söylemiş ve onu korumasına almıştı. Ancak Hacı’nın bu tatlı dilli yaklaşımı, ara sıra koşum atlarını ve ambarından bir şeyleri vermesi, sonunda Mıhametleri köleleştirici bir gelişmeye dönüşmeye başlayınca, Mıhamet, Behukoların bahçesine adımını bile atmaz olmuştu. Gerekmedikçe de oraya ayak basmıyordu.

- Oturun, diyerek Hacı masaya geçti. Yüzündeki sert ve kabarık kılları kart cart sesleri çıkarttırarak iki eliyle iyice bir kaşıdı ve inildedi, dünyaya boş vermiş bir halde, derin bir “Lailahe İllallah” çekti. ”Yalancı, emanet bir dünya bu’’ diye de eklemede bulundu, ardından yeniden dünya işlerine keskin bir dönüş yaptı, odaya ilk girişindeki gibi şakamsı takılmalarını sürdürdü.
- Mıhamet, sen dini bütün bir Müslümansın (быслымэн), Bibolet’in yanına sık sık bu gelmelerin niye? Komünistler İblis’e benzerler, bir bakmışsın, farkına bile vardırmadan adamı gavur dinine sokmuşlar.Bibolet belki itiraz edecek ama, komünistte bir şeytan boynuzu varsa,yakındır,boynuz sayısının Bibolet’de ikiye çıktığını görürsün…
- Bir değil, on boynuzum çıksın, yeter ki Bibolet’deki bilgi bende de olsun, razıyım, diyerek Mıhamet de Hacı’nın iğneleyici sözlerine iğneleyici bir karşılık verdi.

Bibolet söze karışmadan, önemsemiyormuş gibi gülümseyip oturuyordu. Bu tür tartışmaları Hacı’yla sık sık yaparlardı. Böylece karşılıklı nefreti şakaya vurdurup kapatma yolunu bulmuş olurlardı. Hacı, tatlı ve dualı sözlerinin altında yatan şeylerin ne anlama geldiğini Bibolet’in bildiğini ve bunları yutmadığını, kurnaz bir eski kurt olarak çok iyi kavrıyordu. Bu nedenle dürüstçe bir diyalogla Bibolet’i yenemeyeceğinin farkındaydı, bu nedenle  işi şakaya vurdurup onu iğnelemekle yetiyor, bir tuzağa düşmek ve karşısındaki kişinin eline, kendisine karşı kullanabileceği  bir koz vermek istemiyordu.

Haç’eştekilerin konuşmaları kesintiye uğradı. İki gençle Hacı arasında esen soğuk rüzgar, haç’eşi sessizliğe boğmuştu.

Bibolet’le Mıhamet kapıya daha yakın oturuyorlardı. Haç’eşin kapısından bakıldığında bahçenin ortasındaki direğin üzerinden bir tarakmış gibi Mıhamet’in evinin çatısı görünüyordu. Çatıyı örten sazlar siyahlaşmış, çatıda yer yer tümsek ve çukurluklar oluşmuş, bazı yerlerden de yeşil otlar bitmiş, dahası seyek bazı buğday başakları bile boy atmışlardı… Bu arada sonbahar ya da güz güneşi serin ve soğuk odanın içindeki havaya bir tatlılık da yaymaya başlamıştı.

Hacı daha fazla duramadı, kalkıp gitti.

Yerde yuvarlanan bir çan sesi gibi ,“knane-kıne-kıne kıne-ka” diyen ve çıplak ayak sesleri eşliğinde gelen bir çocuk şarkısı, büyük evden başlayıp koşuşturarak haç’eşin kapısına doğru yaklaşmaya başlamıştı. Haç’eşe ulaştığında, sesler, başlangıcındaki gibi ansızın kesilivermişti. Kapı dışında bir soluma sesi duyuldu, yavaş yavaş ve sakına sakına kıvırcık siyah saçlı bir kız çocuğu kapı aralığından içeriye bir baktı. Ancak iki adamın kendisine baktıklarını görünce, utandı ve küçük siyah gözleriyle gülümseyerek kendisini kapının arkasına attı.
- Gel! Gel buraya, Kats! (Кац!), diyerek, kızı çağırdı Mıhamet.
- Daha genç olan gelin konuğu çağırıyor, dedi küçük kız kendisini göstermeden.
- Gelsene, gel, Kats, diyerek yeniden çağırdı kızı, Bibolet’e de bir yan göz işareti yaparak Mıhamet.

Kats, parmağı ağzında, utanarak ortaya çıktı. Gece Ayşet’in odasında yatmış olan kızı hemen tanımıştı Bibolet.
- Gel, Kats, gel benim yanıma, diyerek Mıhamet sevgiyle ona doğru kollarını uzattı.

Kats haç’eşe girdi, bir ağaç köprü üzerinde yürüyor da düşmemeye çalışıyormuş gibi, gözlerini Bibolet’den de ayırmadan gelip Mıhamet’in kucağında dikildi. Orada siyah, çatlamış ve nasırlaşmış küçük ayaklarına bakıp durdu.
- Bizim en iyi kızımız bu! Değil mi Kats?
- Hı (evet, алы) (3), dedi Kats da çok yavaş bir sesle.

- Kimin kız kardeşisin sen, Kats?

- Senin (олы)…

- En çok kimi seviyorsun?

- Nan (annem).

- Ondan sonra?

- Daha genç olan gelini (Нысэ нахьык1эл алы;Küçük gelin).

- Peki beni, beni sevmiyor musun?

- Seni de evet (оли алы).

- Yaramaz baban seni dövüyor değil mi?

- Evet (алы)…

- Konuğumuzu seviyor musun?

- Evet (алы)…

Koca adamların kahkaha sesleri küçük kızı hem korkuttu ve hem de utandırdı, çıkmak için Mıhamet’in elinden kurtulmak istedi. Bibolet’in verdiği bozuk paraları avucuna sıkıştırdı, salındığına inanmamış gibi kapıya doğru koştu. Kapı eşiğine çarpınca da gülerek bir gerisine baktı, ardından koşuşturarak uzaklaştı.

Bibolet, Mıhamet ile birlikte Ayşet’in odasına (лэгъунэ) gitti. Ayşet, Bibolet’in ne diyeceğinden pek emin değildi, bu nedenle çekinerek ve bir kusur işlemiş olmaktan da korkarak ama biraz da yalancıktan bir tatlı dil dökmek istiyormuş  gibi bekliyordu Bibolet’le Mıhamet’i.

- Kızar mısın bilmiyorum, Let, bir kadına senin adına bir umut verme durumuna düştüm, diyerek tabureyi uzattı.

Abla kardeşi baş başa bırakmak için Mıhamet odadan ayrılmak istedi.
- Sen meraklanma, Bibolet, ben şöyle bir eve bakıp döneyim.
- Yo, yo! Benim söyleyeceğim şey ikinizin de birlikte olmanızı gerektiren bir şey, diyerek Ayşet, Mıhamet’i durdurdu.
- Söyle öyleyse. Mıhamet’le birlikte olacaksam, senin söylemekten çekindiğin şey, her ne ise hiç korkmam, dedi Bibolet, Ayşet’in kaygılanmasını şakayla karşılayarak.
- Biraz önce mahallemizden (хьаблэ) bir kadın buraya, bana geldi, diyerek başladı konuşmaya Ayşet, yüzüne yeniden kan gelmişti. Kadın kocasından ayrılmak istiyor ama adam talaka (boşanmaya) yanaşmıyor. İstemediği halde, ortalığın çok karışık olduğu zorlu bir dönemde, kadını zorla o adama vermişlerdi. Gencecik bir kadın. Kocası da hastalıklı biri. Çok yaşlı, bir deri bir kemik, çiğnemeye dişi bile kalmamış. Adamın batası parası kızın ailesinin aklını çelmişti. Adam bir Rus zenginin yanında uzun bir süre ücretli olarak çalışmış, böylece biraz da para biriktirmişti. Kadın yedi yıldan beri bu yaşlı adama katlanıp gidiyordu. Kadınlara yeni haklar tanındığını duyunca kocasından ayrılmak istedi. Ancak köydeki yaşlı başlı kişiler önünü kesiyorlar. Onu Tanrı’nın buyruklarına karşı gelmekle korkutmaya ve vazgeçirmeye, mahkemeye başvurmasını engellemeye çalışıyorlar. Artık onunla yapamayacağını söylüyor, adamdan da ölümüne tiksiniyor. Üstelik adam terbiyesiz, sinirli ve karısına karşı da çok aksi biri! Bir başına bu işlerin altından kalkabilecek durumda değil o kadın. Bugün boşanma işini konuşmak üzere yaşlılar bir araya gelecekler. Toplantıya gelmesi için kadına haber yolladılar. Zavallı da buraya koştu, kendisine yardımcı olman için yalvarmaya. “Bana bir çift söz bile söyletmez, kendi bildiklerini okurlar, benim zavallı durumum onların umurlarında bile olmaz” diye yakınıyor, çok bunalmış olmalı ki, toprağı tırnaklarıyla kazıyordu…

Kadına yardım etmekten çekineceğinden kaygılanarak ve gözlerini kırpıştırarak, Bibolet’in vereceği yanıtı merakla bekleyerek konuşmasını bitirmişti Ayşet. Bibolet ise, ne diyeceğini belli etmeden, kurnaz kurnaz gülümseyerek oturuyor, ne diyeceğini açığa vurmuyordu.

- En önemli şeyi unutmuşum, diyerek sözlerine eklemede bulundu Ayşet. Kıza senin adını veren de Vıstanekoların kızı, anımsadın mı dün akşam sözünü ettiğimiz kızı, Nafset’i? Kızın biraz okuma yazması olduğunu bildiğinden, bir dilekçe yazdırmak için ona koşmuştu kadın. Zavallı kızın dilekçe yazacak kadar okuma yazması yok, kendisi yardımcı olamayınca senin köyde olduğunu ona söyledi. Köyde okumuş genç bir konuk var, o sana yardım edebilir, diyerek kadını buraya gönderdi.
- Yaşlı erkekler dayanışma içindeyse, siz kadınlar da onlardan az değilsiniz yani, diyerek gülümsedi Mıhamet.
- Evet, biz farkında değiliz ama kadınlar da sınıf mücadelesine olanca güçleriyle katılıyorlar anlaşılan. Sen de giderek yaman bir komünist olacaksın, Ayşet… Söyle bakalım yaşlılar nerede toplanacaklar, diyerek Bibolet ipin ucundan sıkıca tuttuğunu belli etti.
- Yönetim odasında (правление) dedi galiba. Toplantıdan önce bir çocukla sana haber göndereceğini söyledi.
- Gerçek bir “yönetim” olamaz bu söylenen şey, şimdiye değin böyle şeyler yapıyorlarsa, bunun bir yürütme kurulu (исполком) kararı olması da düşünülemez. Sovyet iktidarı henüz bu köye gelmemiş anlaşılan, ihtiyarların-hacıların hükümleri yürütme komitelerinde hala geçiyor mu ki?
- O senin sözünü ettiğin Sovyet yasaları henüz bizim köyümüze ulaşmış değil Bibolet, dedi Mıhamet.
- Ne dersin Mıhamet, benimle birlikte yaşlıların karşısına çıkmaya var mısın?

Mıhamet,“şimdi başına belayı aldın!” der gibi, bu ağır yük karşısında, önce bir ürker gibi oldu, ardından erkekliğe toz kondurmak istemiyormuş gibi, biraz kaygılı ve utanır biçimde bir gülümsedikten sonra konuştu.

- Benim yapacağım şey, elime kalın bir sopa alıp seni yaşlıların yanına götürmek olabilir, üstüne yürüyen biri çıkarsa sopayı indiririm, ama ötesi senin işin. Beni o işin dışında tut. O iş bir komünist işi…

- Sen işin söylediğin kısmını yüklenirsen, kalanını da seve seve ben yüklenirim, diyerek şakayı bastı Bibolet.


Bibolet ile Mıhamet haç’eşe dönerlerken Hacı elinde ibrikle bahçeden dışarıya doğru çıkıyordu.

- Anlaşılan yaman bir hacıyla komşusun Mıhamet, dedi Bibolet, Hacı’ya bakarak ve Mıhamet’in konuşma biçimiyle takılarak.

- O hacı ortalığı karıştıranlardan biri, diye eklemede bulundu Mıhamet de bıyık altından gülümseyerek.


Dipnotlar
1)
Hathı Mıhamet Ğuaze-Şarkısı ünlü bir halk kahramanı, ünlü bir atlı savaşçı. Napolyon’a karşı savaşmış olan Adigelerden kurulu Rus gönüllü süvari birliklerine komuta
etmiş olduğu anlatılır. -HCY
2) Feodal dönemde üstünlüğü elde bulunduran pşı (derebeyi) ve verkler (derebeyinin vasalları, bir tür kahya ve derebeyinin refakatçileri),son dönemlerde Çarlık rejimi ile ittifak içinde, ondan güç ve destek alarak halk üzerindeki baskı ve egemenliklerini sürdürüyorlardı. -HCY
3) Küçük kız Kats “r” harflerini “l” biçiminde telaffuz ediyor. “Arı” (Evet, öyle) diyecek yerde “alı” diyor, bu da çocuğun masumane sevimliliğine yeni bir renk katmaktadır. -HCY

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son