VI. MIHAMET
- Allah aşkına, bizim gibiler için yaşıyor denebilir mi?
Hayvan gibi çalışıp hayvan gibi yaşıyoruz. Düşünüyorum da, bu
koca dünyada olup bitenden bir şey anlamadan, gözleri bağlı
yaşamaktan daha zavallıca bir şey olabilir mi?
Biz bir avuç
Adige, kendimizi, sanki bütün bir dünyaya yetiyormuşuz sanıp
köylerimize takılmış kalmışız. Ancak bu son birkaç yıl içinde
gördüğüm şey durmadan beni düşündürüyor. Dünya çok büyükmüş! Bu
dünyada bilmediğimiz ilginç çok şey varmış! Derin bilgiler, ilginç
buluşlar, değişik yaşam biçimleri,daha neler neler...
Bir filozofmuş gibi Behukoların haç’eşinde masa başına kurulmuş
konuşmakta olan bu koca bıyıklı kişi Mıhamet (Muhammed)
idi. İri yapılı, otuz yaşlarında, Behukoların komşuları ve oldukça
da yakışıklı olan biriydi Mıhamet. Çok çocuklu ve kadınlı
ailesini, bir başına, bir meşe sırığı gibi ayakta tutmaya ve
yaşatmaya çalışıyordu. Mıhamet’i kanatlarını açmış bir kara kartal
gibi tarlalarda çalışırken görmeye bütün köy alışıktı. Ailesinin
tüm yükü, bütünüyle onun omuzlarındaydı. Bütün bir yaz boyunca,
köye giden bütün dönemeçleri dönen herkes, kavurucu güneş altında
kırlarda çalışmakta olan Mıhamet’in bir korkuluğu (хьэнцэгущэ)
andıran görüntüsünü, gömleğinin etekleri rüzgarda uçuşur halde
görürlerdi. Bir başına bütün işlerin altından aynı anda
kalkamadığından, bir işten ötekine koşuşturup dururdu. Ot biçimi,
ilkbahar ekimi ve ürün hasadı gibi işlerin yapıldığı dönemlerde,
genç ve güçlü bedeniyle, ayakları toz toprak içinde, moralini ve
neşesini yitirmeden boyuna, durmadan çalışırdı.
Kalabalık ailesinin yüküne ve zorlu çalışma koşullarına katlanmak
dışında, köyde gençlerce düzenlenen toplantılara katılmaktan da
geri kalmazdı. Köydeki haç’eşlerde ve gençlerin şarkı (орэд)
şölenlerinde başlatıcılık ve yöneticilik işleri hep Mıhamet’e
verilirdi, herkes buna alışmıştı. İlkbahar akşamları yün ya da ot
yüklü at arabasıyla, kırları dolduracak biçimde Adigece
ağıtlarıyla (гъыбзэ) eve dönüşünü görmeye ve onun şarkılarını
uzaklardan duymaya köylüleri alışkındılar, şarkıları söyleyenin de
Mıhamet olduğunu bilirlerdi.
- Vallahi de bravo, aşkolsun! Bu Mıhamet yaman bir çocuk, hiçbir
güçlük onun belini bükemiyor, derlerdi.
Yerinde, tutarlı ve sempatik hareketleriyle Mıhamet, her katıldığı
topluluğa neşe ve canlılık katardı, onu sevmeyen ve ona değer
vermeyen bir kişi bile yok gibiydi köyde.
Behukolara her gelişinde Bibolet’in yanına uğrar ve onu hiç yalnız
bırakmazdı, ona içten bir güvenle bağlanmıştı. Kimseye açamadığı
düşünce ve özlemlerini ona açar ve ona güvenirdi. Bibolet de,
okumuş biri olmadığı halde, ondaki kıvrak zekayı ve kavrama
yeteneğini gördüğünden, Mıhamet’e ayrı bir değer verir ve ona
farklı yaklaşırdı.
Şimdi de geldiğini duyar duymaz hemen Bibolet’in yanına gelmişti.
Kalınca boynunu sergiliyormuş gibi, göğsünü masaya dayamış, derin
bir düşünce içine dalmış oturuyordu. Açık kapıdan odanın içine
üşüşen ve güneşin cılız ışıkları altında uyuşuk uyuşuk oturan güz
dönemi sineklerine bakarak konuşmasını sürdürüyordu Mıhamet.
- Hey gidi, hey… Beni okutmayan babama ve anneme ne kötülük
etmişim ki ben! Tanrı günah yazmasın, peşlerinden hadrıhe’ye (ahrete)
bir ilenç (beddua) yollamak istemiyorum, ama biraz okuyabilir,
okuduğumu da anlayabilir biri olsaydım, dünya malına değişmezdim.
Allaha karşı çıkmış olmayayım, mal da mülk de sorun mu, aklın
başında, iki bileğin de iş görüyorsa, mal ve mülke ulaşmak o denli
zor olan bir şey mi? Bizim gibi, boyunduruğa koşulu öküz gibi
yaşamak, işte ben buna zavallılık derim. Olmadı vesselam. Babam
erken yaşta öldü, ben de evde bıraktığı bir sürü çocuğun en büyüğü
olarak, onları korumasız bırakamazdım, bu yüzden okuyamadım. İşe
yaramayan biri olarak kaldık işte. Sovyet yönetimini kötüleyip
duran bir sürü insan var köyde, bunlar yalan söylüyorlar! Elimde
bir yetki bulunsaydı, onlara hiçbir fırsat tanımaz, herkes için
okuma zorunluluğu getirirdim! Böyle yapılmazsa, kendi kişisel
çıkarı dışında bir amacı olmayan ve köyde yan gelip yatan bu cahil
kişilere biner Ruble para dağıtsan bile, işe yaramaz, saçıp
savurur, yiyip bitirirler. Üstelik ceplerine biraz para girdiği
için daha da yüreklenir, büsbütün azıtırlar, yani bu para onlara
hiçbir iyi şey sağlamaz. Hükümet ne yapacağını, kuşkusuz bizden
iyi bilir. İnsan okumakla, eğitimle bir yerlere ulaşabilir. Bu
arada Sovyet iktidarının kadınları gavurlaştırdığını, dini yok
ettiğini ve buna çok üzülmekte olduklarını söyleyen bazı kişiler
var köyde. Ben o tür kişilerin ne denli Müslüman olduklarını da
çok iyi bilirim! Ellerine fırsat geçmesin bir, adamı çiy çiy
yerler. Kadın için okumasın demiyorum, okusun ama insanlığını da
yitirmesin…
Mıhamet’in kadınların okumasını olumlu karşılaması Bibolet’i
şaşkına çevirmişti. Önceleri anlaşamadıkları ve sık sık
tartıştıkları en önemli konu kadınların okuması konusu idi.
“Bibolet, şayet kendini bilen biri isen, azıcık da olsa bir Adige
olduğunu unutmaz, ona göre hareket edersin, Adige kadınlarını da
okutacağım diyerek onları arsızlaştırmanı ve sokağa salmanı hiç
istemem” der ve Bibolet’le tartışırdı. En son görüştüklerinden bu
yana, henüz bir yıl bile geçmemişti, Mıhamet’teki bu değişim
Bibolet’i çok şaşırtmıştı.
Mıhamet konuşmasına ara verdi. Sandalyesini gıcırdatarak yeniden
yerine daha sağlam biçimde bir kuruldu ve sırtını sandalyesinin
arkasına dayadı. Elini bacağına doğru uzatıp yan cebinden odundan
yapılma kocaman tütün tabakasını çıkardı. Hiç acele etmeden, yavaş
yavaş ve düşüne düşüne tütününü kağıda sardı. Kağıdın bir kenarını
dudağıyla kopardı, ardından kenarından ıslatıp cıgarasını
yapıştırdı. Kalın beyaz cıgarasını güneşten kavruk dudaklarının
arasına sıkıştırdı, yine hiç acele etmeden cebinden kibritini
çıkardı. Yaktığı kibrit yüzünü aydınlatmıştı. Gözlerinden üzüntü
ve umutsuzluk taşıyordu, çok uzaklara bakar gibiydi, özleyip de
ulaşamadığı şeyleri yakalamak, haç’eş duvarını delip uzaklara
ulaşmak istiyor gibi görünüyordu.
Saldığı yoğun tütün dumanı içinde boğulmuş, yoğun bir düşünce
atmosferine de dalmış gibi yerine sığamıyor, için için bir
rahatsızlık görünümü yansıtıyordu, ardından oturuş biçimini
yeniden değiştirdi ve omuzunu pencere pervazına dayadı, uzaktan
gelen bir sesmiş gibi, çok yavaş bir sesle Hathı Mıhamet Ğuaze’nin
(Хьатх Мыхьамэт гъуазэ) (1) ağıtını okumaya başladı. Ağıt,
bunaltıcı sıcağa serinlik sağlayan bir buz gibi Bibolet’i önce bir
ürpertti ama hemen ardından şarkıya kulak kesildi. Ancak çok
sürmedi; Mıhamet, başladığı gibi tek bir kıta okuyup ağıtına son
vermişti. Ağıt, çıkıp geldiği eski uzak diyarlara bir geri dönüş
yapıyormuş, bir yakınma sesi imiş gibi bir gelip hemen gerisin
geri gidivermişti.
Bibolet, Mıhamet’e bir baktı ve onun umarsız görünümü karşısında,
için için bir acı duydu. Ne kadar da çok insan vardı bu koca
dünyada, Mıhamet gibi iyi bir insan olmak, insanlığa hizmet etmek
isteyen ama insanca isteklerini gerçekleştiremeyen kişi! Nice
kişi, içinde yaşadığı toplumun nefretine uğramaktansa ölmeyi
yeğlemiş, insani değerler için zorlulara katlanmayı göze alan bir
olgunluğa ulaşmıştı. Şarkılara kötü bir ad bırakarak yaşamaktansa,
canını vermeyi göze alan, insanlığın ve haklı olanın yanında
duran, insanın özgürlüğü ve onuru için savaşım veren nice insan
vardır, bu uğurda nice Adige gencinin de umudu ve yaşamı da
erimiş, yok olup gitmişti geride bıraktığımız o eski kötü yaşam
dönemlerinde! Düzene baş kaldıranlar, ittifak içindeki pşı-verk
gücü (2) ile Çarlık rejiminin ezici güçlerini
karşılarında buluyorlardı. Adım atmak istediklerinde de, aşılması
olanaksız kalın bir buzul tabakası gibi, o güçleri karşılarında
buluyor, biraz nefes almak istediklerinde de egemen gücün demir
zincirlerine vuruluyorlar, gidecek ve sığınacak bir kapı bile
bulamıyorlardı. Bu yüzden sayısız genç insan, vaktinden önce göçüp
gitmiştir bu dünyadan, sayısını Tanrı bilir!
- Evet, öyle Bibolet, aç kurt gibi uluyarak kısacık ömrümüzü
tamamlıyoruz, dedi Mıhamet, daha rahat bir biçimde oturarak ve
daha güven dolu bir sesle.
- Mıhamet, umutsuzluk dönemleri kapandı artık! diye yanıtladı
Bibolet, daldığı derin düşüncelerden sıyrılarak.
- Umutsuz değilim ama fazla umutlanacak bir şey de göremiyorum…
- Mıhamet, umutsuzluk duvarını aşmış olman gerek, okuyayım dersen,
okumak isteyenlere kapılar ardına değin açık. Şöyle bir silkin ve
kendine gel! Mıhamet, senin için okul bulmak ve seni okula
yerleştirmek işi bana ait olsun tek, gel benimle birlikte, okuman
gerekiyor senin, diyerek ciddi ciddi konuştu Bibolet.
- Hayır, o iş bizden geçti, artık otuz yaşıma bastım… Ayrıca
bakmakla yükümlü olduğum bir sürü çoluk çocuk var. O umarsızları
bir başlarına bırakıp gidemem, sırf kendimi kurtarmaya kalkışırsam
insanlar neler demezler arkamdan… İçinde yaşadığın toplumun sana
yüklediği sorunların üstesinden bir başına kalkamazsın, bunu
anlamış olmalısın, Bibolet.
Akşam güneşinin cılız, çeyrekleşmiş çarpık ışığında, kapıda bir
insan gölgesi belirdi, kapıda birikmiş olan sinekler de uçuşup
kaçıştılar ve pencere kenarlarına kondular. Behuko Hacı’nın
başındaki sarık, olgunlaşmış bir ayçiçeği başı gibi kapıda
belirdi. Mıhamet ile Bibolet hemen ayağa kalktılar.
- Aaaa Mıhamet! Sonunda haç’eşimizin yolunu bulabilmişsen ne
güzel. Büsbütün yitip gitmişsin sanmıştım, dünya malı peşine sen
de mi düştün yoksa, dedi Hacı şakayla karışık Mıhamet’I
iğneleyerek.
- Çırpınıp duruyoruz işte, diyerek kestirip attı Mıhamet de.
Mıhamet’le Hacı birbirlerinden hoşlanmazlardı. Mıhamet’in babası
öldüğünde, Hacı, komşuluk ve babalık yapmak istemiş, gereksindiği
her şeyi kendisine söylemesini Mıhamet’ten istemiş, kendilerine
“göz kulak olacağını” söylemiş ve onu korumasına almıştı. Ancak
Hacı’nın bu tatlı dilli yaklaşımı, ara sıra koşum atlarını ve
ambarından bir şeyleri vermesi, sonunda Mıhametleri köleleştirici
bir gelişmeye dönüşmeye başlayınca, Mıhamet, Behukoların bahçesine
adımını bile atmaz olmuştu. Gerekmedikçe de oraya ayak basmıyordu.
- Oturun, diyerek Hacı masaya geçti. Yüzündeki sert ve kabarık
kılları kart cart sesleri çıkarttırarak iki eliyle iyice bir
kaşıdı ve inildedi, dünyaya boş vermiş bir halde, derin bir
“Lailahe İllallah” çekti. ”Yalancı, emanet bir dünya bu’’ diye de
eklemede bulundu, ardından yeniden dünya işlerine keskin bir dönüş
yaptı, odaya ilk girişindeki gibi şakamsı takılmalarını sürdürdü.
- Mıhamet, sen dini bütün bir Müslümansın (быслымэн), Bibolet’in
yanına sık sık bu gelmelerin niye? Komünistler İblis’e benzerler,
bir bakmışsın, farkına bile vardırmadan adamı gavur dinine
sokmuşlar.Bibolet belki itiraz edecek ama, komünistte bir şeytan
boynuzu varsa,yakındır,boynuz sayısının Bibolet’de ikiye çıktığını
görürsün…
- Bir değil, on boynuzum çıksın, yeter ki Bibolet’deki bilgi bende
de olsun, razıyım, diyerek Mıhamet de Hacı’nın iğneleyici
sözlerine iğneleyici bir karşılık verdi.
Bibolet söze karışmadan, önemsemiyormuş gibi gülümseyip
oturuyordu. Bu tür tartışmaları Hacı’yla sık sık yaparlardı.
Böylece karşılıklı nefreti şakaya vurdurup kapatma yolunu bulmuş
olurlardı. Hacı, tatlı ve dualı sözlerinin altında yatan şeylerin
ne anlama geldiğini Bibolet’in bildiğini ve bunları yutmadığını,
kurnaz bir eski kurt olarak çok iyi kavrıyordu. Bu nedenle
dürüstçe bir diyalogla Bibolet’i yenemeyeceğinin farkındaydı, bu
nedenle işi şakaya vurdurup onu iğnelemekle yetiyor, bir tuzağa
düşmek ve karşısındaki kişinin eline, kendisine karşı
kullanabileceği bir koz vermek istemiyordu.
Haç’eştekilerin konuşmaları kesintiye uğradı. İki gençle Hacı
arasında esen soğuk rüzgar, haç’eşi sessizliğe boğmuştu.
Bibolet’le Mıhamet kapıya daha yakın oturuyorlardı. Haç’eşin
kapısından bakıldığında bahçenin ortasındaki direğin üzerinden bir
tarakmış gibi Mıhamet’in evinin çatısı görünüyordu. Çatıyı örten
sazlar siyahlaşmış, çatıda yer yer tümsek ve çukurluklar oluşmuş,
bazı yerlerden de yeşil otlar bitmiş, dahası seyek bazı buğday
başakları bile boy atmışlardı… Bu arada sonbahar ya da güz güneşi
serin ve soğuk odanın içindeki havaya bir tatlılık da yaymaya
başlamıştı.
Hacı daha fazla duramadı, kalkıp gitti.
Yerde yuvarlanan bir çan sesi gibi ,“knane-kıne-kıne kıne-ka”
diyen ve çıplak ayak sesleri eşliğinde gelen bir çocuk şarkısı,
büyük evden başlayıp koşuşturarak haç’eşin kapısına doğru
yaklaşmaya başlamıştı. Haç’eşe ulaştığında, sesler,
başlangıcındaki gibi ansızın kesilivermişti. Kapı dışında bir
soluma sesi duyuldu, yavaş yavaş ve sakına sakına kıvırcık siyah
saçlı bir kız çocuğu kapı aralığından içeriye bir baktı. Ancak iki
adamın kendisine baktıklarını görünce, utandı ve küçük siyah
gözleriyle gülümseyerek kendisini kapının arkasına attı.
- Gel! Gel buraya, Kats! (Кац!), diyerek, kızı çağırdı
Mıhamet.
- Daha genç olan gelin konuğu çağırıyor, dedi küçük kız kendisini
göstermeden.
- Gelsene, gel, Kats, diyerek yeniden çağırdı kızı, Bibolet’e de
bir yan göz işareti yaparak Mıhamet.
Kats, parmağı ağzında, utanarak ortaya çıktı. Gece Ayşet’in
odasında yatmış olan kızı hemen tanımıştı Bibolet.
- Gel, Kats, gel benim yanıma, diyerek Mıhamet sevgiyle ona doğru
kollarını uzattı.
Kats haç’eşe girdi, bir ağaç köprü üzerinde yürüyor da düşmemeye
çalışıyormuş gibi, gözlerini Bibolet’den de ayırmadan gelip
Mıhamet’in kucağında dikildi. Orada siyah, çatlamış ve nasırlaşmış
küçük ayaklarına bakıp durdu.
- Bizim en iyi kızımız bu! Değil mi Kats?
- Hı (evet, алы) (3), dedi Kats da çok yavaş bir sesle.
- Kimin kız
kardeşisin sen, Kats?
- Senin (олы)…
- En çok kimi
seviyorsun?
- Nan (annem).
- Ondan sonra?
- Daha genç olan
gelini (Нысэ нахьык1эл алы;Küçük gelin).
- Peki beni, beni
sevmiyor musun?
- Seni de evet (оли
алы).
- Yaramaz baban
seni dövüyor değil mi?
- Evet (алы)…
- Konuğumuzu
seviyor musun?
- Evet (алы)…
Koca adamların kahkaha sesleri küçük kızı hem korkuttu ve hem de
utandırdı, çıkmak için Mıhamet’in elinden kurtulmak istedi.
Bibolet’in verdiği bozuk paraları avucuna sıkıştırdı, salındığına
inanmamış gibi kapıya doğru koştu. Kapı eşiğine çarpınca da
gülerek bir gerisine baktı, ardından koşuşturarak uzaklaştı.
Bibolet, Mıhamet ile birlikte Ayşet’in odasına (лэгъунэ) gitti.
Ayşet, Bibolet’in ne diyeceğinden pek emin değildi, bu nedenle
çekinerek ve bir kusur işlemiş olmaktan da korkarak ama biraz da
yalancıktan bir tatlı dil dökmek istiyormuş gibi bekliyordu
Bibolet’le Mıhamet’i.
- Kızar mısın bilmiyorum, Let, bir kadına senin adına bir umut
verme durumuna düştüm, diyerek tabureyi uzattı.
Abla kardeşi baş başa bırakmak için Mıhamet odadan ayrılmak
istedi.
- Sen meraklanma, Bibolet, ben şöyle bir eve bakıp döneyim.
- Yo, yo! Benim söyleyeceğim şey ikinizin de birlikte olmanızı
gerektiren bir şey, diyerek Ayşet, Mıhamet’i durdurdu.
- Söyle öyleyse. Mıhamet’le birlikte olacaksam, senin söylemekten
çekindiğin şey, her ne ise hiç korkmam, dedi Bibolet, Ayşet’in
kaygılanmasını şakayla karşılayarak.
- Biraz önce mahallemizden (хьаблэ) bir kadın buraya, bana geldi,
diyerek başladı konuşmaya Ayşet, yüzüne yeniden kan gelmişti.
Kadın kocasından ayrılmak istiyor ama adam talaka (boşanmaya)
yanaşmıyor. İstemediği halde, ortalığın çok karışık olduğu zorlu
bir dönemde, kadını zorla o adama vermişlerdi. Gencecik bir kadın.
Kocası da hastalıklı biri. Çok yaşlı, bir deri bir kemik,
çiğnemeye dişi bile kalmamış. Adamın batası parası kızın ailesinin
aklını çelmişti. Adam bir Rus zenginin yanında uzun bir süre
ücretli olarak çalışmış, böylece biraz da para biriktirmişti.
Kadın yedi yıldan beri bu yaşlı adama katlanıp gidiyordu.
Kadınlara yeni haklar tanındığını duyunca kocasından ayrılmak
istedi. Ancak köydeki yaşlı başlı kişiler önünü kesiyorlar. Onu
Tanrı’nın buyruklarına karşı gelmekle korkutmaya ve vazgeçirmeye,
mahkemeye başvurmasını engellemeye çalışıyorlar. Artık onunla
yapamayacağını söylüyor, adamdan da ölümüne tiksiniyor. Üstelik
adam terbiyesiz, sinirli ve karısına karşı da çok aksi biri! Bir
başına bu işlerin altından kalkabilecek durumda değil o kadın.
Bugün boşanma işini konuşmak üzere yaşlılar bir araya gelecekler.
Toplantıya gelmesi için kadına haber yolladılar. Zavallı da buraya
koştu, kendisine yardımcı olman için yalvarmaya. “Bana bir çift
söz bile söyletmez, kendi bildiklerini okurlar, benim zavallı
durumum onların umurlarında bile olmaz” diye yakınıyor, çok
bunalmış olmalı ki, toprağı tırnaklarıyla kazıyordu…
Kadına yardım etmekten çekineceğinden kaygılanarak ve gözlerini
kırpıştırarak, Bibolet’in vereceği yanıtı merakla bekleyerek
konuşmasını bitirmişti Ayşet. Bibolet ise, ne diyeceğini belli
etmeden, kurnaz kurnaz gülümseyerek oturuyor, ne diyeceğini açığa
vurmuyordu.
- En önemli şeyi
unutmuşum, diyerek sözlerine eklemede bulundu Ayşet. Kıza senin
adını veren de Vıstanekoların kızı, anımsadın mı dün akşam sözünü
ettiğimiz kızı, Nafset’i? Kızın biraz okuma yazması olduğunu
bildiğinden, bir dilekçe yazdırmak için ona koşmuştu kadın.
Zavallı kızın dilekçe yazacak kadar okuma yazması yok, kendisi
yardımcı olamayınca senin köyde olduğunu ona söyledi. Köyde okumuş
genç bir konuk var, o sana yardım edebilir, diyerek kadını buraya
gönderdi.
- Yaşlı erkekler dayanışma içindeyse, siz kadınlar da onlardan az
değilsiniz yani, diyerek gülümsedi Mıhamet.
- Evet, biz farkında değiliz ama kadınlar da sınıf mücadelesine
olanca güçleriyle katılıyorlar anlaşılan. Sen de giderek yaman bir
komünist olacaksın, Ayşet… Söyle bakalım yaşlılar nerede
toplanacaklar, diyerek Bibolet ipin ucundan sıkıca tuttuğunu belli
etti.
- Yönetim odasında (правление) dedi galiba. Toplantıdan önce bir
çocukla sana haber göndereceğini söyledi.
- Gerçek bir “yönetim” olamaz bu söylenen şey, şimdiye değin böyle
şeyler yapıyorlarsa, bunun bir yürütme kurulu (исполком) kararı
olması da düşünülemez. Sovyet iktidarı henüz bu köye gelmemiş
anlaşılan, ihtiyarların-hacıların hükümleri yürütme komitelerinde
hala geçiyor mu ki?
- O senin sözünü ettiğin Sovyet yasaları henüz bizim köyümüze
ulaşmış değil Bibolet, dedi Mıhamet.
- Ne dersin Mıhamet, benimle birlikte yaşlıların karşısına çıkmaya
var mısın?
Mıhamet,“şimdi başına belayı aldın!” der gibi, bu ağır yük
karşısında, önce bir ürker gibi oldu, ardından erkekliğe toz
kondurmak istemiyormuş gibi, biraz kaygılı ve utanır biçimde bir
gülümsedikten sonra konuştu.
- Benim yapacağım
şey, elime kalın bir sopa alıp seni yaşlıların yanına götürmek
olabilir, üstüne yürüyen biri çıkarsa sopayı indiririm, ama ötesi
senin işin. Beni o işin dışında tut. O iş bir komünist işi…
- Sen işin
söylediğin kısmını yüklenirsen, kalanını da seve seve ben
yüklenirim, diyerek şakayı bastı Bibolet.
Bibolet ile Mıhamet haç’eşe dönerlerken Hacı elinde ibrikle
bahçeden dışarıya doğru çıkıyordu.
- Anlaşılan yaman
bir hacıyla komşusun Mıhamet, dedi Bibolet, Hacı’ya bakarak ve
Mıhamet’in konuşma biçimiyle takılarak.
- O hacı ortalığı
karıştıranlardan biri, diye eklemede bulundu Mıhamet de bıyık
altından gülümseyerek.
Dipnotlar
1)
Hathı Mıhamet Ğuaze-Şarkısı ünlü bir halk kahramanı, ünlü bir atlı
savaşçı. Napolyon’a karşı savaşmış olan Adigelerden kurulu Rus
gönüllü süvari birliklerine komuta
etmiş olduğu anlatılır. -HCY
2) Feodal dönemde üstünlüğü elde bulunduran pşı (derebeyi)
ve verkler (derebeyinin vasalları, bir tür kahya ve derebeyinin
refakatçileri),son dönemlerde Çarlık rejimi ile ittifak içinde,
ondan güç ve destek alarak halk üzerindeki baskı ve
egemenliklerini sürdürüyorlardı. -HCY
3) Küçük kız Kats “r” harflerini “l” biçiminde telaffuz
ediyor. “Arı” (Evet, öyle) diyecek yerde “alı” diyor, bu da
çocuğun masumane sevimliliğine yeni bir renk katmaktadır. -HCY |