...................
...................

MUTLULUK YOLU      3.BÖLÜM -3

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

II. İKİ KIZ KARDEŞ (ЗЭШЫПХЪУИТ1УР)

2

Kulats rengi uçmuş, canlı bir cenazeye dönüşmüş halde bahçe kapısının yanında durdu. Uzatmak için kaldırdığı eli titriyor, kıpırdatamıyor durumdaydı, sonunda elini göğsüne koymakla yetindi. Hafif yandan bakarak Amzan yakına geldi. Amzan'da da güven dolu delikanlı dikbaşlılığı kalmamıştı, yanlarından geçtiği tanıdık kadınlarla şakalaştığı gibi şeyler yapmadan sessizce geçip gitmişti. Onun da Kulats gibi beti benzi ölü rengine dönüşmüştü. Şaka ve esprilerinden, gurur dolu eski yürüyüş tarzından eser kalmamıştı. Acınacak durumdaydı; ürkek ve kaçamak bir bakışla yetinerek önlerinden geçip gitti.

Kulats zar zor başını bir kaldırıp tek bir kez Amzan’a bakmıştı. Bakışları karşılaşınca, Kulats, düşüp yığılmamak için, derin bir iç çekerek zar zor bahçe çitine dayandı. Dul kadın kaygılanıp Kulats'ı yandan yedekledi. Gizli bir acıma duygusu yansıtır biçimde mırıldandı:
- A benim güzel Kulats'ım, yapma, durumunu başkalarına belli etme…

Biraz beklediler, ardından Kulats, Nafset'in yardımıyla zar zor yürüyüp içeri girdi. Kendini yüzükoyun divana atıp ağlamaya başladı. Nafset, artık sabredemedi, ablasının başına dikilip büyüğümdür demeden kızmış halde konuştu:
- Peki, onu o kadar çok seviyorsan, niye onunla evlenip işi bitirmiyorsun? O da seni aynı ölçüde seviyorsa, ağlayıp durman gereksiz!

Kulats hemen yerinden fırladı, gözyaşları donmuş ve korkmuş biçimde konuştu:
- Sen bunu nereden biliyorsun?
- Senin bu davranışlarından onu bilmek zor bir şey değil!
- Annemiz sana bir şey dedi mi?
- Henüz bir konuşmuşluğumuz yok.

Kız kardeşinin işi olmayan şeylere burnunu sokmasına biraz kızmış olduğu anlaşılıyordu Kulats'ın konuşmasından. Nafset de durumun farkına varmış, fazla üstelememişti. Daha küçüğü olduğu gibi bir anlayışı terk edeli hayli zaman olmuştu. Büyüğün küçüğü ile konuşmasında olduğu gibi, lafı dolandırmıyor, ciddi ve azarlar biçimde konuşuyordu ablasıyla. Durumu anlayan Kulats yatışmıştı; Nafset’in gözlerinden yansıyan soğuk ama akıllıca bakışlarının ve sözlerinin ne anlama geldiğini anlamış, sesini alçaltmıştı.

Kulats, öncesinden de Nafset’in sağlam karakterini ve bu karakterin gerisinde saklı olan gücü biliyordu. Bu nedenle ondan biraz özeniyor, biraz da çekiniyordu. Kulats, başının çaresine bakamayacak ve güçsüz biri olduğunun her zamankinden daha fazla farkındaydı. Büyüklüğü bir yana bırakmış, içi ferahlamış olarak divanına uzandı. Yeniden bir ağlama tutturacakmış gibi yakınmaya başladı:
- Elimde olsa, ona varırdım ama…
- O da seni seviyorsa kim sana engel ki? Büyüğü imiş gibi poz takınarak sordu Nafset.
- Annemizle babamız tabii. Annem bana söyletti:”O oğlana varacağına, ölüsünü şerefiyle toprağa vermeyi yeğlerim…” diyerek.

Nafset donup kalmış, bir süre ne diyeceğini bilemeden bekleyip kalmıştı. Ardından hemen Kulats’ın yanına, divana oturdu, ablasının üzerine eğilip buz gibi soğuk sözlerle ve çok alçak bir sesle sordu:
- Gerçekten annemiz sana bunu söyletti mi?
- Öyle tabii, yoksa ağlar mıydım hiç, gülerdim!
Nafset doğruldu. Beklenmedik üzücü bir şey duymuş gibi oldu. Gözleri donuklaşmıştı, korku, ayıp ve üzüntü karışık, hiçbir şeyi görmüyormuş gibi bir süre öyle yerinde kaldı. Kendi kendisine söylenir gibi yavaş bir sesle konuştu:
- Annemizin böylesine acımasız biri olabileceğini demek ki anlayamamışım…

Nafset bir süre daha öyle oturdu, gözlerinden ateş gibi öfke boşanır halde, küçücük başını dik dik kaldırdı ve ayağa kalktı, ne diyeceğini tartıyormuş gibi ağır ağır ama kararlı bir biçimde konuştu:
- Ben olsam ana ve babamın ne diyeceğini fazla önemsemezdim! Seni bir bey (pşı) ya da han ile mi evlendirmek istiyorlar ki? İnsanın asıl değeri, bundan böyle malı ve mülkü ile değil, kafası ve iki bileğindeki becerisi, yaptığı iş ile ölçülüyor. Onlar henüz bunu öğrenememiş kimseler olmalılar. Kadının istediği ile evlenememesi, kadının ruhunu mal ve mülk ile takas etmeye hazır bir dizi yaşlı başlı kişi arasında bizim anne ve babamız da dahil demek ki!

Annesi adına ablasından duyduğu bu üzücü ve nefret dolu haberle sarsılmış olan Nafset, gidip pencere pervazına dayandı.
Artık şaşırma sırası Kulats’a gelmişti. Nafset’in böyle içinden gelerek konuştuğunu ve ne denli yerinde sözler etmekte olduğuna ilk kez tanık oluyordu. Henüz anlamını tam kavramadığı ve Nafset’den duyduğu bu sözler, azıcık da olsa uygunsuz sözler gibi gelmişti Kulats’a.

Ana ve babayı dinlememek, yaşlı başlı kişiler için ayıp sayılacak sözler söylemek! Bir kadına böyle şeyler söylemek yakışmazdı!

Kulats, artık kendi üzüntüsünü unutmuş, Nafset’in daha başka uygunsuz sözler söylemesinden çekinerek, sesini ve soluğunu kesmiş yatıyordu yerinde. Nafset ise yüzünü dışarıya dönmüş pencere önünde duruyordu. Nafset bir anda toparlanıp gözleri ateş saçar halde Kulats’ın yanına geldi, yumuşakça el sürerek konuşmasına yeniden devam etti:
- Sen sadece küçük bir aşka kapılmışsın, bunun dışında olup biten hiçbir şeyin farkında değilsin. Sen hala seni ağlatan eski uygulamaların sona erdirilmekte olduğunu bile bilmiyorsun. Kadının mal-mülk, nikah ve çocuk üzerinde karar verici ve hak sahibi olmadığı, bahçedeki bir inek misali satıldığı dönemleri yaşatmak isteyen insanlar gibi görüyorsun bu dünyayı sen hala! Geçmişin o uygulamalarını bir insan hakkı imiş sanıyorsun. Değotluk, her geldiğinde, ”Okumak gerekli ve iyi bir şeydir; kadın artık özgürleşecek; yenidünyanın güneşi herkesi aydınlatmalı” dedikçe, sen bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünmek bile istemedin. Sadece seninle muhabbet etmek için gelenlerin ileri geri konuşmalarını dinlemekle yetindin. Satılmak için beslenip pazara hazırlanan bir hayvan gibi, bakınıp duracağına düşünmeye, yeni yaşamı kavramaya çaba göstermen gerekirdi, ama bu konuda hiçbir çaba göstermedin. Şimdi senin elden çıkarılma zamanın geldi, isteklerine önem verilmediğini, yapacak bir şeyin de olmadığını anladığın dövünüyor, ağıtlar yakıyorsun. Değotluk şunları söylemek istiyordu: Geleceğini bir erkeğin takdirine bırakma, yaşamını önce kendin düzenle. O sözlerden anlaman gereken işte buydu. Ancak bu kadarını bile anlamak istemedin. Kaderi başkalarının elinde umursamaz bir beklemeyi yeğledin. Yeniyi değil, kadına hak tanımayan eski yaşam biçimini üstün tuttun. Bu eskimiş yaşam biçiminin sunduğu engellerle sadece evlenme konusunda karşılaşmakla kalmayacaksın. Kendi yaşamını kendin düzenleyemeyecek, yaşamın boyunca yeni engellerle karşılaşıp duracaksın. Kocası tarafından boşanmış onca dul kadın var köyümüzde, gün gelir seni de boşayacak olurlarsa, ne yapacağını hiç düşündün mü?
- Amzan beni boşar mı diyorsun, diye ürküp oturdu Kulats.
- Kocaya varan her kız, hiç boşanmayacağını sanır, kendini buna inandırır. İşte görüyorsun, heveslerini aldıktan sonra boşayıp atıyorlar onları. Kızlar birer dul, zavallı birer kadın durumuna düşüyorlar. Onlardan üstün ne gibi bir özelliğin var senin? Genç kızlığının çekiciliğine güveniyorsan, bir yıl içinde bu özelliğinin de uçup gitmiş olduğunu görebilirsin.
- Güzelliğimin gidip gitmeyeceğini sen nereden biliyorsun, öyle bir ön görün mü var? Tiksintili bir bakışla sordu Kulats.
- Yitireceğin onca şeyin ötesini göremiyorsan, yaşam koşullarına ilişkin çok az şey biliyorsun demektir. Bunları başımdan geçmiş olduğu için söylemiyorum ama başkalarının başına gelmiş olanları görüyorum, kitaplarda yazılı olanları da okuyorum, yanlış yapmamak için çıkış yollarını araştırıyorum. Gençlik sadece bir konuda gerekli olacak bir şey değil. Karşılaştığın bir güçlük dışında bir şeyi umursamadan yaşayacak olursan, sana daha başka hangi yaşam yolu kalır ki? Karşılaşacağın şeyleri görüp bir düşün. Malıkoların dulu sana oranla çirkin mi sayılırdı? Onun gençliği ve güzelliği mutlu olmasına yetti mi? Onu aşacak hangi üstün özellik var sende? Onun ve benzerlerinin başına gelmiş olan şey, şayet senin de başına gelirse, bir çıkış, bir kurtuluş yolun mu var? Bir hazırlığın, bir düşündüğün, ir çözümün mü var? Taze ve güzel bir kız olman dışında, bir insan olarak, sarılacağın bir mesleğin, bir sanatın ve bir bilimin mi var?
- O kadar çok şeyi sayıp duruyorsun, peki senin benden fazladan neyin varmış ki? Onuru incinmiş ve kızmış bir biçimde sordu Kulats.
- Şimdilik benim öyle fazladan bir özelliğim yok, ama olması gerektiğini biliyorum, bendeki fazlalık işte budur. Ben bilinçli biri haline gelmek için durmadan okuyorum, okumaya da devam edeceğim, yeterli güvenceye kavuşmadıkça da evlenmeyeceğim!
- İstediğini söyleyebilirsin, Amzan ile ben hiçbir zaman birbirimizden asla kopmayız!

Kulats oturamayarak ayağa kalktı.
- Birbirine değer veren, insan gibi anlaşarak birlikte yaşayan hiç kimse yoktur demek istemiyorum, ama eşlerin uyumlu görünmesini sağlayan da kadının tek yanlı özveride bulunması oluyor genellikle. Uyum için kadının hizmetçi konumunu, sayılmamayı kabul etmesi, özlemlerinden vazgeçmesi, erkeğinin paspası olması gerekir ama bütün bunları yeterli bulmayan erkekler de vardır.
- Aman Allah’ım, neler söylüyorsun sen böyle? Nereden çıkarıp buldun bu sözleri? Nerede doğmuşsun sen böyle?
- Aklına gelmemiş onca şey gibi o da, sana bu son söylediklerimi de beğenmediğin anlaşılıyor. Yoksa öğrenmek mi istiyorsun? Kitabın birinde okuduğum bir şeyi istersen sana anlatayım. Kitapta bir Rus kadının eskiden ne denli zor bir yaşam sürdürdüğü, çektiği sıkıntıların dayanılmazlığı anlatılıyor. Eski, gelenekçi insanların anlayışsızlığı, o tür kişilerin kadına çektirdiği acılar, çarpıcı biçimde o kitapta ortaya konuyor, diyerek sandığının içinden bir kitabı çıkardı Nafset.

Birkaç gün boyunca kitabın söylediklerini Kulats’a aktardı Nafset. Adige masallarında anlatıldığı gibi, kırdaki bir tepe üzerinde oturup ak cinlerin dünyasının izlenmesi gibi, Kulats’a anlatılan bu dünya da çok değişik bir şeydi. İnsanların bilinç düzeyleri farklıydı, ama kadınların dünyasında yaşanmakta olan acımasızlık, kendi karşılaştığı şeye çok benziyordu. Yaşlı ama zengin birine verilmek üzere olan bir genç kızın içinde oluşabilecek duyguların bir benzeri, Kulats’ın içinde de harekete geçmiş gibiydi. Kitapta anlatılan Rus kadını, üstelik eğitimli biriydi, dünyadaki ilişki ve gelişimleri daha yakından tanıyordu, akıllı, bilinçli ve sevgi dolu bir kadındı. Yine de eski düzenin prangalarını parçalayıp kurtulamıyor, bir çıkış yolunu da bulamıyordu. Eski düzenin prangaları onu da sımsıkı bağlamıştı.

Kitapta anlatılan şeylerin birçoğu, Nafset tarafından yeterince aktarılamamıştı. Kitapta Nafset’in bile anlayamadığı ve Adigece karşılığını sunamadığı çok şey vardı. Ancak anlatılan kadarı bile Kulats’e çok ilginç ve değişik gelmişti. Böylece anlayamadığı ve elinden uçup gitmiş olan birçok fırsatın bilincine varmıştı sonunda. Aklına gelmeyen birçok şeyle de tanışmış oldu. Ancak anlatılanların birçoğu Kulats’ın bir türlü anlayamadığı düşünce ve yorumlardan oluşmaktaydı. İnsanın içinde olup da açıklayamadığı şeyler, kitapta sözler biçiminde anlatılmış, değişik düşünceler ortaya konmuş, sözcükler su gibi akıcı bir biçimde dizilmiş, bu durum Kulats’ı şaşırtmıştı. Kulats, özlemini çektiği ama bir türlü ulaşamadığı şeylerin bu anlatılış biçimini dinleyerek oturuyordu. Artık kendi derdini unutmuş, o Rus kadınının derdi ile ilgilenir olmuş, bir iki gününü öyle geçirmişti.

Kitabın okunması bittikten sonra Kulats, bir süre daha kitabın etkisi altında kaldı. Nafset’in değindiği derin düşünceleri tam kavrayamamıştı.
Ulaştığı, farkına vardığı tek şey, eski düzenin kadınları baskı altında tutacak biçimde düzenlenmiş olduğu görüşü ile tanışmış olmasıydı. Ancak kendi yaşamını eski düzenden koparıp yeni düzene uyarlaması gibi bir yaşam biçimine adım atacak bir bilinç düzeyine ulaşmış da değildi. Tek kavradığı şey, kendi aşkını o eski kuralların tutsağı olmaktan çıkarmayı anlamakla sınırlı kalmıştı. Ancak bunu nasıl yapabileceğini de bilemiyordu. Eski geleneğin tutsağı olmaktan kurtulmak için Adige kızlarının tek bir çıkış yolu bulunduğunu kavramıştı, kitabı dinledikten sonra çıkış yolu konusunda düşünmeye başlamıştı.

Kişinin bu çıkış yolunu izlemesi, bir tutsaklık türünden başka bir tutsaklık biçimine geçiş dışında bir anlam taşımadığını anlatmak için Nafset hayli uğraşmıştı, ama başaramamıştı. Kulats’ın kalbinde, yavaş yavaş, aşk ateşi yeniden tutuşmuştu. Kitabın somut yararı, iki kız kardeşi birbirine yakınlaştırmış olmasıydı.

Bir ay kadar sonra, komşu dul kadın, bir gün eve geldi ve Kulats’ın kulağına bir şeyler fısıldayıp ayrıldı. Kulats, o an, yeniden eski kaygılı günlerine dönüş yapmış oldu. Bazen sıtmaya yakalanmış gibi titriyor, bazen yanakları kızarıyor, gözleri kapanıyor, bakmaktan korkuyormuş gibi gözlerini kaçırıyor, elbise sandığını bir açıp bir kapayıp duruyordu. Yerinde duramıyordu. Aynayı da yerli yerinde bırakmıyor, saat başı karşısına geçip üstünü başını düzeltmeye çalışıyordu. Sandığını karıştırırken, şayet Nafset içeri girecek olursa, ürküntü içinde geriye bakıyordu. Çok ürkek (щтэу1улэ) biri olup çıkmıştı.

Sonunda Nafset:
- Şimdi de ne oldu sana?diye sordu.
- Ne olacak ki, hiçbir şey olmadı… Giysilerime uzun süredir bakamamıştım, onları düzeltiyorum sadece. Bu son ay aklım başımdan gitmişti, diyerek önemli bir şey yokmuş gibi yanıt vermişti Kulats.
Ancak gözlerini Nafset’den kaçırıyordu. Bir şeyi gizlemekte olduğu, bunu Nafset’e açıklamaya ya da açıklamamaya karar veremediği davranış biçiminden anlaşılıyordu. Bu son aylarda birbirlerine hayli yakınlaşmışlar, birbirlerine açılmaya başlamışlardı. Ancak şimdi Kulats’ın böyle davranmakta olmasına bir anlam veremiyor, sadece kuşkulanmakla yetiniyor ama bir şey söylemiyordu Nafset.

Kulats kaygılı bir biçimde geceyi geçirmişti. Ertesi geceyi de kaygılı ve uykusuz geçirmişti. Havanın kararmaya başlamasıyla Kulats’ı bir titremedir almıştı. Sonunda dayanamadı, şalını örtünüp uzandı. Bir kapı gıcırtısı ya da bir ses duydukça irkiliyor, yerinden zıplar gibi oluyordu. Nafset, Kulats’ın küçük sandığının masa üzerinde değil de, divanın arkasına alındığını fark etmiş, kuşkulanmıştı ama renk de vermemişti. Nafset lambayı yakmak istedi ama yakmamasını ondan rica etti. Bir süre karanlıkta bekledikten sonra, titreyerekten seslendi:
- Nafset!
- Ne var?
- Yanıma yaklaş.
 
Nafset yaklaştı, elini ablasının üzerine uzattı.
- Git de, kapı önünde biri var mı, bir bakıver, dedi Kulats dişleri kemane gibi çaldırarak.

Nafset geri döndüğünde onu eliyle tuttu ve kendi yanına çekti. Elleri buz kesmişti.
- Şöyle bir eğil, diyerek kız kardeşini kendine doğru çekti, buz parçası döktürüyormuş gibi çok hafif bir biçimde konuşmaya başladı:”Biricik kız kardeşim, ömrümün en güzel günlerini bu son bir ay içinde seninle birlikte yaşadım. Eğer bana son bir iyilik daha yapmak istiyorsan bu gece göreceğin hiçbir şeyi görme, uyumuyor olsan bile uyuyormuş gibi yap.
- Neymiş seni korkutan şey, diyerek korkuyla karışık sordu Nafset.
- Bu gece Amzan’a kaçacağım…
- Evdekiler biliyorlar mı?
- Bilseler hiç izin verirler mi, bilmiyorlar. Durumu onlara çaktırma, bu konuda bana yardımcı ol.

O gece Kulats gizlice kaçtı. Evden ayrılırken Nafset uyumuyordu. Ablası kendisine sarılıp vedalaştı, küçük sandığını alıp ahırlarının gerisinden gelen kukumav kuşu sesine doğru gitti…

Sabahleyin uykusunu en derin bir anında, annesinin azar dolu sesi üzerine Nafset uyandı…

Evdeki tüm öfke Nafset’e boşaltıldı. Adigeler arasında gelenek olduğu üzere, Kulats’ı artık evlat saymadıklarını, büyütmediklerini, bağışlamadıklarını ve bağışlamayacaklarını söyleyerek, ailesi konuyu kestirip attı. Ancak çok geçmeden annesi Kulats için tasalandığına ilişkin sözler söylemeye başlamıştı.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son