II. İKİ KIZ KARDEŞ
(ЗЭШЫПХЪУИТ1УР)
2
Kulats rengi uçmuş, canlı bir cenazeye dönüşmüş halde bahçe
kapısının yanında durdu. Uzatmak için kaldırdığı eli titriyor,
kıpırdatamıyor durumdaydı, sonunda elini göğsüne koymakla
yetindi. Hafif yandan bakarak Amzan yakına
geldi. Amzan'da da güven dolu delikanlı dikbaşlılığı kalmamıştı,
yanlarından geçtiği tanıdık kadınlarla şakalaştığı gibi şeyler
yapmadan sessizce geçip gitmişti. Onun da Kulats gibi beti benzi
ölü rengine dönüşmüştü. Şaka ve esprilerinden, gurur dolu eski
yürüyüş tarzından eser kalmamıştı. Acınacak durumdaydı; ürkek ve
kaçamak bir bakışla yetinerek önlerinden geçip gitti.
Kulats zar zor başını bir kaldırıp tek bir kez Amzan’a bakmıştı.
Bakışları karşılaşınca, Kulats, düşüp yığılmamak için, derin bir
iç çekerek zar zor bahçe çitine dayandı. Dul kadın kaygılanıp
Kulats'ı yandan yedekledi. Gizli bir acıma duygusu yansıtır
biçimde mırıldandı:
- A benim güzel Kulats'ım, yapma, durumunu başkalarına belli etme…
Biraz beklediler, ardından Kulats, Nafset'in yardımıyla zar zor
yürüyüp içeri girdi. Kendini yüzükoyun divana atıp ağlamaya
başladı. Nafset, artık sabredemedi, ablasının başına dikilip
büyüğümdür demeden kızmış halde konuştu:
- Peki, onu o kadar çok seviyorsan, niye onunla evlenip işi
bitirmiyorsun? O da seni aynı ölçüde seviyorsa, ağlayıp durman
gereksiz!
Kulats hemen yerinden fırladı, gözyaşları donmuş ve korkmuş
biçimde konuştu:
- Sen bunu nereden biliyorsun?
- Senin bu davranışlarından onu bilmek zor bir şey değil!
- Annemiz sana bir şey dedi mi?
- Henüz bir konuşmuşluğumuz yok.
Kız kardeşinin işi olmayan şeylere burnunu sokmasına biraz kızmış
olduğu anlaşılıyordu Kulats'ın konuşmasından. Nafset de durumun
farkına varmış, fazla üstelememişti. Daha küçüğü olduğu gibi bir
anlayışı terk edeli hayli zaman olmuştu. Büyüğün küçüğü ile
konuşmasında olduğu gibi, lafı dolandırmıyor, ciddi ve azarlar
biçimde konuşuyordu ablasıyla. Durumu anlayan Kulats yatışmıştı;
Nafset’in gözlerinden yansıyan soğuk ama akıllıca bakışlarının ve
sözlerinin ne anlama geldiğini anlamış, sesini alçaltmıştı.
Kulats, öncesinden de Nafset’in sağlam karakterini ve bu
karakterin gerisinde saklı olan gücü biliyordu. Bu nedenle ondan
biraz özeniyor, biraz da çekiniyordu. Kulats, başının çaresine
bakamayacak ve güçsüz biri olduğunun her zamankinden daha fazla
farkındaydı. Büyüklüğü bir yana bırakmış, içi ferahlamış olarak
divanına uzandı. Yeniden bir ağlama tutturacakmış gibi yakınmaya
başladı:
- Elimde olsa, ona varırdım ama…
- O da seni seviyorsa kim sana engel ki? Büyüğü imiş gibi poz
takınarak sordu Nafset.
- Annemizle babamız tabii. Annem bana söyletti:”O oğlana
varacağına, ölüsünü şerefiyle toprağa vermeyi yeğlerim…” diyerek.
Nafset donup kalmış, bir süre ne diyeceğini bilemeden bekleyip
kalmıştı. Ardından hemen Kulats’ın yanına, divana oturdu,
ablasının üzerine eğilip buz gibi soğuk sözlerle ve çok alçak bir
sesle sordu:
- Gerçekten annemiz sana bunu söyletti mi?
- Öyle tabii, yoksa ağlar mıydım hiç, gülerdim!
Nafset doğruldu. Beklenmedik üzücü bir şey duymuş gibi oldu.
Gözleri donuklaşmıştı, korku, ayıp ve üzüntü karışık, hiçbir şeyi
görmüyormuş gibi bir süre öyle yerinde kaldı. Kendi kendisine
söylenir gibi yavaş bir sesle konuştu:
- Annemizin böylesine acımasız biri olabileceğini demek ki
anlayamamışım…
Nafset bir süre daha öyle oturdu, gözlerinden ateş gibi öfke
boşanır halde, küçücük başını dik dik kaldırdı ve ayağa kalktı, ne
diyeceğini tartıyormuş gibi ağır ağır ama kararlı bir biçimde
konuştu:
- Ben olsam ana ve babamın ne diyeceğini fazla önemsemezdim! Seni
bir bey (pşı) ya da han ile mi evlendirmek istiyorlar ki? İnsanın
asıl değeri, bundan böyle malı ve mülkü ile değil, kafası ve iki
bileğindeki becerisi, yaptığı iş ile ölçülüyor. Onlar henüz bunu
öğrenememiş kimseler olmalılar. Kadının istediği ile evlenememesi,
kadının ruhunu mal ve mülk ile takas etmeye hazır bir dizi yaşlı
başlı kişi arasında bizim anne ve babamız da dahil demek ki!
Annesi adına ablasından duyduğu bu üzücü ve nefret dolu haberle
sarsılmış olan Nafset, gidip pencere pervazına dayandı.
Artık şaşırma sırası Kulats’a gelmişti. Nafset’in böyle içinden
gelerek konuştuğunu ve ne denli yerinde sözler etmekte olduğuna
ilk kez tanık oluyordu. Henüz anlamını tam kavramadığı ve
Nafset’den duyduğu bu sözler, azıcık da olsa uygunsuz sözler gibi
gelmişti Kulats’a.
Ana ve babayı dinlememek, yaşlı başlı kişiler için ayıp sayılacak
sözler söylemek! Bir kadına böyle şeyler söylemek yakışmazdı!
Kulats, artık kendi üzüntüsünü unutmuş, Nafset’in daha başka
uygunsuz sözler söylemesinden çekinerek, sesini ve soluğunu kesmiş
yatıyordu yerinde. Nafset ise yüzünü dışarıya dönmüş pencere
önünde duruyordu. Nafset bir anda toparlanıp gözleri ateş saçar
halde Kulats’ın yanına geldi, yumuşakça el sürerek konuşmasına
yeniden devam etti:
- Sen sadece küçük bir aşka kapılmışsın, bunun dışında olup biten
hiçbir şeyin farkında değilsin. Sen hala seni ağlatan eski
uygulamaların sona erdirilmekte olduğunu bile bilmiyorsun. Kadının
mal-mülk, nikah ve çocuk üzerinde karar verici ve hak sahibi
olmadığı, bahçedeki bir inek misali satıldığı dönemleri yaşatmak
isteyen insanlar gibi görüyorsun bu dünyayı sen hala! Geçmişin o
uygulamalarını bir insan hakkı imiş sanıyorsun. Değotluk, her
geldiğinde, ”Okumak gerekli ve iyi bir şeydir; kadın artık
özgürleşecek; yenidünyanın güneşi herkesi aydınlatmalı” dedikçe,
sen bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünmek bile istemedin.
Sadece seninle muhabbet etmek için gelenlerin ileri geri
konuşmalarını dinlemekle yetindin. Satılmak için beslenip pazara
hazırlanan bir hayvan gibi, bakınıp duracağına düşünmeye, yeni
yaşamı kavramaya çaba göstermen gerekirdi, ama bu konuda hiçbir
çaba göstermedin. Şimdi senin elden çıkarılma zamanın geldi,
isteklerine önem verilmediğini, yapacak bir şeyin de olmadığını
anladığın dövünüyor, ağıtlar yakıyorsun. Değotluk şunları söylemek
istiyordu: Geleceğini bir erkeğin takdirine bırakma, yaşamını önce
kendin düzenle. O sözlerden anlaman gereken işte buydu. Ancak bu
kadarını bile anlamak istemedin. Kaderi başkalarının elinde
umursamaz bir beklemeyi yeğledin. Yeniyi değil, kadına hak
tanımayan eski yaşam biçimini üstün tuttun. Bu eskimiş yaşam
biçiminin sunduğu engellerle sadece evlenme konusunda
karşılaşmakla kalmayacaksın. Kendi yaşamını kendin
düzenleyemeyecek, yaşamın boyunca yeni engellerle karşılaşıp
duracaksın. Kocası tarafından boşanmış onca dul kadın var
köyümüzde, gün gelir seni de boşayacak olurlarsa, ne yapacağını
hiç düşündün mü?
- Amzan beni boşar mı diyorsun, diye ürküp oturdu Kulats.
- Kocaya varan her kız, hiç boşanmayacağını sanır, kendini buna
inandırır. İşte görüyorsun, heveslerini aldıktan sonra boşayıp
atıyorlar onları. Kızlar birer dul, zavallı birer kadın durumuna
düşüyorlar. Onlardan üstün ne gibi bir özelliğin var senin? Genç
kızlığının çekiciliğine güveniyorsan, bir yıl içinde bu
özelliğinin de uçup gitmiş olduğunu görebilirsin.
- Güzelliğimin gidip gitmeyeceğini sen nereden biliyorsun, öyle
bir ön görün mü var? Tiksintili bir bakışla sordu Kulats.
- Yitireceğin onca şeyin ötesini göremiyorsan, yaşam koşullarına
ilişkin çok az şey biliyorsun demektir. Bunları başımdan geçmiş
olduğu için söylemiyorum ama başkalarının başına gelmiş olanları
görüyorum, kitaplarda yazılı olanları da okuyorum, yanlış yapmamak
için çıkış yollarını araştırıyorum. Gençlik sadece bir konuda
gerekli olacak bir şey değil. Karşılaştığın bir güçlük dışında bir
şeyi umursamadan yaşayacak olursan, sana daha başka hangi yaşam
yolu kalır ki? Karşılaşacağın şeyleri görüp bir düşün. Malıkoların
dulu sana oranla çirkin mi sayılırdı? Onun gençliği ve güzelliği
mutlu olmasına yetti mi? Onu aşacak hangi üstün özellik var sende?
Onun ve benzerlerinin başına gelmiş olan şey, şayet senin de
başına gelirse, bir çıkış, bir kurtuluş yolun mu var? Bir
hazırlığın, bir düşündüğün, ir çözümün mü var? Taze ve güzel bir
kız olman dışında, bir insan olarak, sarılacağın bir mesleğin, bir
sanatın ve bir bilimin mi var?
- O kadar çok şeyi sayıp duruyorsun, peki senin benden fazladan
neyin varmış ki? Onuru incinmiş ve kızmış bir biçimde sordu Kulats.
- Şimdilik benim öyle fazladan bir özelliğim yok, ama olması
gerektiğini biliyorum, bendeki fazlalık işte budur. Ben bilinçli
biri haline gelmek için durmadan okuyorum, okumaya da devam
edeceğim, yeterli güvenceye kavuşmadıkça da evlenmeyeceğim!
- İstediğini söyleyebilirsin, Amzan ile ben hiçbir zaman
birbirimizden asla kopmayız!
Kulats oturamayarak ayağa kalktı.
- Birbirine değer veren, insan gibi anlaşarak birlikte yaşayan hiç
kimse yoktur demek istemiyorum, ama eşlerin uyumlu görünmesini
sağlayan da kadının tek yanlı özveride bulunması oluyor
genellikle. Uyum için kadının hizmetçi konumunu, sayılmamayı kabul
etmesi, özlemlerinden vazgeçmesi, erkeğinin paspası olması gerekir
ama bütün bunları yeterli bulmayan erkekler de vardır.
- Aman Allah’ım, neler söylüyorsun sen böyle? Nereden çıkarıp
buldun bu sözleri? Nerede doğmuşsun sen böyle?
- Aklına gelmemiş onca şey gibi o da, sana bu son söylediklerimi
de beğenmediğin anlaşılıyor. Yoksa öğrenmek mi istiyorsun? Kitabın
birinde okuduğum bir şeyi istersen sana anlatayım. Kitapta bir Rus
kadının eskiden ne denli zor bir yaşam sürdürdüğü, çektiği
sıkıntıların dayanılmazlığı anlatılıyor. Eski, gelenekçi
insanların anlayışsızlığı, o tür kişilerin kadına çektirdiği
acılar, çarpıcı biçimde o kitapta ortaya konuyor, diyerek
sandığının içinden bir kitabı çıkardı Nafset.
Birkaç gün boyunca kitabın söylediklerini Kulats’a aktardı Nafset.
Adige masallarında anlatıldığı gibi, kırdaki bir tepe üzerinde
oturup ak cinlerin dünyasının izlenmesi gibi, Kulats’a anlatılan
bu dünya da çok değişik bir şeydi. İnsanların bilinç düzeyleri
farklıydı, ama kadınların dünyasında yaşanmakta olan acımasızlık,
kendi karşılaştığı şeye çok benziyordu. Yaşlı ama zengin birine
verilmek üzere olan bir genç kızın içinde oluşabilecek duyguların
bir benzeri, Kulats’ın içinde de harekete geçmiş gibiydi. Kitapta
anlatılan Rus kadını, üstelik eğitimli biriydi, dünyadaki ilişki
ve gelişimleri daha yakından tanıyordu, akıllı, bilinçli ve sevgi
dolu bir kadındı. Yine de eski düzenin prangalarını parçalayıp
kurtulamıyor, bir çıkış yolunu da bulamıyordu. Eski düzenin
prangaları onu da sımsıkı bağlamıştı.
Kitapta anlatılan şeylerin birçoğu, Nafset tarafından yeterince
aktarılamamıştı. Kitapta Nafset’in bile anlayamadığı ve Adigece
karşılığını sunamadığı çok şey vardı. Ancak anlatılan kadarı bile
Kulats’e çok ilginç ve değişik gelmişti. Böylece anlayamadığı ve
elinden uçup gitmiş olan birçok fırsatın bilincine varmıştı
sonunda. Aklına gelmeyen birçok şeyle de tanışmış oldu. Ancak
anlatılanların birçoğu Kulats’ın bir türlü anlayamadığı düşünce ve
yorumlardan oluşmaktaydı. İnsanın içinde olup da açıklayamadığı
şeyler, kitapta sözler biçiminde anlatılmış, değişik düşünceler
ortaya konmuş, sözcükler su gibi akıcı bir biçimde dizilmiş, bu
durum Kulats’ı şaşırtmıştı. Kulats, özlemini çektiği ama bir türlü
ulaşamadığı şeylerin bu anlatılış biçimini dinleyerek oturuyordu.
Artık kendi derdini unutmuş, o Rus kadınının derdi ile ilgilenir
olmuş, bir iki gününü öyle geçirmişti.
Kitabın okunması bittikten sonra Kulats, bir süre daha kitabın
etkisi altında kaldı. Nafset’in değindiği derin düşünceleri tam
kavrayamamıştı.
Ulaştığı, farkına vardığı tek şey, eski düzenin kadınları baskı
altında tutacak biçimde düzenlenmiş olduğu görüşü ile tanışmış
olmasıydı. Ancak kendi yaşamını eski düzenden koparıp yeni düzene
uyarlaması gibi bir yaşam biçimine adım atacak bir bilinç düzeyine
ulaşmış da değildi. Tek kavradığı şey, kendi aşkını o eski
kuralların tutsağı olmaktan çıkarmayı anlamakla sınırlı kalmıştı.
Ancak bunu nasıl yapabileceğini de bilemiyordu. Eski geleneğin
tutsağı olmaktan kurtulmak için Adige kızlarının tek bir çıkış
yolu bulunduğunu kavramıştı, kitabı dinledikten sonra çıkış yolu
konusunda düşünmeye başlamıştı.
Kişinin bu çıkış yolunu izlemesi, bir tutsaklık türünden başka bir
tutsaklık biçimine geçiş dışında bir anlam taşımadığını anlatmak
için Nafset hayli uğraşmıştı, ama başaramamıştı. Kulats’ın
kalbinde, yavaş yavaş, aşk ateşi yeniden tutuşmuştu. Kitabın somut
yararı, iki kız kardeşi birbirine yakınlaştırmış olmasıydı.
Bir ay kadar sonra, komşu dul kadın, bir gün eve geldi ve
Kulats’ın kulağına bir şeyler fısıldayıp ayrıldı. Kulats, o an,
yeniden eski kaygılı günlerine dönüş yapmış oldu. Bazen sıtmaya
yakalanmış gibi titriyor, bazen yanakları kızarıyor, gözleri
kapanıyor, bakmaktan korkuyormuş gibi gözlerini kaçırıyor, elbise
sandığını bir açıp bir kapayıp duruyordu. Yerinde duramıyordu.
Aynayı da yerli yerinde bırakmıyor, saat başı karşısına geçip
üstünü başını düzeltmeye çalışıyordu. Sandığını karıştırırken,
şayet Nafset içeri girecek olursa, ürküntü içinde geriye
bakıyordu. Çok ürkek (щтэу1улэ) biri olup çıkmıştı.
Sonunda Nafset:
- Şimdi de ne oldu sana?diye sordu.
- Ne olacak ki, hiçbir şey olmadı… Giysilerime uzun süredir
bakamamıştım, onları düzeltiyorum sadece. Bu son ay aklım başımdan
gitmişti, diyerek önemli bir şey yokmuş gibi yanıt vermişti Kulats.
Ancak gözlerini Nafset’den kaçırıyordu. Bir şeyi gizlemekte
olduğu, bunu Nafset’e açıklamaya ya da açıklamamaya karar
veremediği davranış biçiminden anlaşılıyordu. Bu son aylarda
birbirlerine hayli yakınlaşmışlar, birbirlerine açılmaya
başlamışlardı. Ancak şimdi Kulats’ın böyle davranmakta olmasına
bir anlam veremiyor, sadece kuşkulanmakla yetiniyor ama bir şey
söylemiyordu Nafset.
Kulats kaygılı bir biçimde geceyi geçirmişti. Ertesi geceyi de
kaygılı ve uykusuz geçirmişti. Havanın kararmaya başlamasıyla
Kulats’ı bir titremedir almıştı. Sonunda dayanamadı, şalını
örtünüp uzandı. Bir kapı gıcırtısı ya da bir ses duydukça
irkiliyor, yerinden zıplar gibi oluyordu. Nafset, Kulats’ın küçük
sandığının masa üzerinde değil de, divanın arkasına alındığını
fark etmiş, kuşkulanmıştı ama renk de vermemişti. Nafset lambayı
yakmak istedi ama yakmamasını ondan rica etti. Bir süre karanlıkta
bekledikten sonra, titreyerekten seslendi:
- Nafset!
- Ne var?
- Yanıma yaklaş.
Nafset yaklaştı, elini ablasının üzerine uzattı.
- Git de, kapı önünde biri var mı, bir bakıver, dedi Kulats
dişleri kemane gibi çaldırarak.
Nafset geri döndüğünde onu eliyle tuttu ve kendi yanına çekti.
Elleri buz kesmişti.
- Şöyle bir eğil, diyerek kız kardeşini kendine doğru çekti, buz
parçası döktürüyormuş gibi çok hafif bir biçimde konuşmaya
başladı:”Biricik kız kardeşim, ömrümün en güzel günlerini bu son
bir ay içinde seninle birlikte yaşadım. Eğer bana son bir iyilik
daha yapmak istiyorsan bu gece göreceğin hiçbir şeyi görme,
uyumuyor olsan bile uyuyormuş gibi yap.
- Neymiş seni korkutan şey, diyerek korkuyla karışık sordu Nafset.
- Bu gece Amzan’a kaçacağım…
- Evdekiler biliyorlar mı?
- Bilseler hiç izin verirler mi, bilmiyorlar. Durumu onlara
çaktırma, bu konuda bana yardımcı ol.
O gece Kulats gizlice kaçtı. Evden ayrılırken Nafset uyumuyordu.
Ablası kendisine sarılıp vedalaştı, küçük sandığını alıp
ahırlarının gerisinden gelen kukumav kuşu sesine doğru gitti…
Sabahleyin uykusunu en derin bir anında, annesinin azar dolu sesi
üzerine Nafset uyandı…
Evdeki tüm öfke Nafset’e boşaltıldı. Adigeler arasında gelenek
olduğu üzere, Kulats’ı artık evlat saymadıklarını,
büyütmediklerini, bağışlamadıklarını ve bağışlamayacaklarını
söyleyerek, ailesi konuyu kestirip attı. Ancak çok geçmeden annesi
Kulats için tasalandığına ilişkin sözler söylemeye başlamıştı. |