III.
ADAMIN ÜZÜNTÜSÜ (Л1ЫМ ИШЪХЬАК1У)
İsmahil, Kulats'ın henüz
evlenmediği sıralarda Nafsetlere ara sıra gelirdi. Kulats’e
takılanlar arasına pek katılmamaya çalışır, Nafset ile ara
sıra şaka yapar gibi konuşup otururdu. Bir çocukla şakalaşıyormuş
gibi, başka bir görüntü vermeden Nafset'le konuşurdu. Nafset
kendisiyle evlilik üzerine konuşma yapmaya kalkışanlardan
uzaklaşıyor, kendisine arkadaşça ve bir ağabey gibi yaklaşımda
bulunan İsmahil'e karşı ise, giderek bir yakınlık duymaya
başlamıştı. Akıllı biri olduğunu belli eden kapalı ve yumuşacık
dudaklarını, artık fazla dayanamayıp açıp gülümsemeye ve
giderek de içinden kahkahalar yükselmeye başlamıştı sonunda.
Dostça ve insanca şakalaşmayı seven biriydi Nafset. Bu bağlamda İsmahil'in şakalarından hoşlanmaktaydı.
İsmahil yakışıklı biriydi.
Yakışıklılığına uygun bir biçimde dik yürümeyi, kendine ve
sözlerine değer vermeyi, birçokları gibi uluorta konuşmalardan
kaçınmasını bilen biriydi İsmahil. Her zaman için bir gizli güvensizlik ve
kuşkulu durum sezilirdi davranışlarında, üstün biri olarak
görünmek ister, bunu asla elden bırakmazdı. Nafset, ortamı unutup
İsmahil'in yabancı olduğu bilim ve eğitim konularına daldığında,
beriki hemen başka bir konuya atlar, işi şakaya vurdup hiçbir
şeyden anlamadığını Nafset'ten gizlemeye, hemen başka bir konuya
geçmeye çalışırdı. İsmahil, artık geçerliliğini yitirmiş eski
Adige değerleri dışında bir şey bilmeyen, yeni yaşama yabancı
biriydi, bu eksikliğini birtakım şakalarla örtmeye, gizlemeye
çalışıyordu. Böylesine hileli şeyleri bilecek yaşta olmayan
deneyimsiz küçük kızı kandırmak ve kalbini çalmak için ustaca
yaklaşımlarda bulunmaktaydı. Başlarda Nafset bunun farkında
değildi, kalbini ve birçok duygusunu, candan bir arkadaşı olarak
algıladığı İsmahil'e açmaya başlamıştı. Bir başka açıdan, İsmahil
gibi, üstün görülen ve köy kızlarının peşinden koştuğu birinin
kendisiyle konuşmakta ve dostça ilgilenmekte olması, Nafset'in
de hoşuna gidiyor ve bundan gurur da duyuyordu.
Bir kızı nasıl elde
edebileceğini bilen ve bu yolda kurnaz ve deneyimli bir avcı gibi
sinsi yaklaşımlarda bulunan İsmahil’in gerçek niyetinin henüz
farkında değildi Nafset.
Ancak Nafset, sonunda ve yavaş
yavaş, İsmahil’in gerçek niyetini ve yakınlık vermesinin
nedenini anlamaya başlamıştı. Bazen İsmahil’in arzulu
bakışlarıyla göz göze geliyor ve korkmaya başlıyordu Nafset. Bazen
İsmahil’in şakaları karşısında katıla katıla gülüyor, ama
İsmahil’in arzulu bakışlarıyla karşılaştığında, sevinci kursağında
kalıyor, utanıp yanakları kızarıyor, gözlerini ağlamaklı
indiriyor, kalbi de atıyordu. İsmahil’in sinsice isteklere dayalı
olarak kurmayı başardığı bu yakınlık, birden sona eriyor, ona
karşı bir korku ve güvensizlik duygusu oluşuyordu içinde. Ancak
İsmahil, kız böyle yapıyor diye, kıza kırılmıyordu. Nafset’in
irkilmiş olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyor ve işi şakaya
vurdurup kızın gönlünü almaya, kendi asıl niyetini gizlemeye
çalışıyor, yeniden onu avlamaka için yeni oyunlar tezgahlamaya
başlıyordu.
Nafset’in İsmahil’den tam
korkmaya başladığı gün, Ahmed’in öldürülmesi üzerine Değotluk’un
kendisine söylemiş olduğu sözler ve bu sözlerin ne denli korkunç
şeyler içerdiğini anlaması sonrasındaydı.
Kulats’ın evlenmesi sonrasında
İsmahil, Nafset’in yanına daha sık gelmeye başlamıştı. Kendisine
bir başka kişi görüntüsü veriyor, bir genç grubu ile birlikte
gelmeyi ve o gençler içinde oturmayı kendisine yakıştıramıyor,
Nafset’in yalnız olduğu anları kolluyor ve yalnız gelmeye
bakıyordu. Daha çok da, kendi gedikli arkadaşlarından birini
yanına alıp geliyordu. Ancak bazen, Nafset’e olan dostluğunu
belirterek, işi espri ve şakalara vurdurarak yalnız gelmelerini
de sıklaştırmıştı. Bu şakacı tavrını sürdürmeye özel bir özen
gösteriyordu. Sonunda kendisine/Nafset’e karşı bir
kaşenlik/evlenme amacı olduğunu da belli etmeye başlamıştı. Nafset
ise, bundan ürkmüştü, bu nedenle yakınlaşmayı bitirmek için geri
çekilmek istiyordu. Ancak, İsmahil buna fırsat tanımıyor, şakacı
ve koruyucu görüntüler takınarak işin içinden sıyrılmanın yoluna
bakıyordu. Asla geri çekilmiyor, tam aksine, yavaş yavaş, işi
şakaya vurdurarak kaşenlik/evlenme işine sıranın gelmesini
bekleyerek Nafset’le ilgisini sürdürmeye çalışıyordu. Nafset ise,
artık çok sakınıyor ve çok dikkatli hareket ediyordu. Öbür kaşenlerine karşı ne söylüyorsa, İsmahil'e de aynısını söylüyor,
”Evlenme yaşına gelmiş olsaydım, sana bir yanıt vermeye
çalışırdım…” gibisine bilindik/klasik karşılıklar veriyordu. Bu
sözleri yeterli görülmediğinde, kendi asıl özlemlerini belli
etmeye çalışıyordu.
İsmahil, kızın tüm özlemlerini
kabul etmiş ve onları benimsemiş biriymiş gibi görünmeye
çalışıyordu. Ancak Nafset, İsmahil’in aradığı kişi olduğunu pek
sanmıyordu. Nafset’in okumak istemesini de anlamsız buluyordu
İsmahil.
Kızın okuduğu kitaplar, bir ipek entari gibi taşınan birer şık
şeyler, kutular olmak dışında anlam taşımıyorlardı. ”Evlenme
öncesinde kendisini kitap okuyan biri olarak göstermek, tanıtmak
isteyen bir kızdı bu sadece. Evlendiğinde bu uçarılıkları bitecek,
iyi ve uslu bir ev kadını olacaktır…” diye düşünmekteydi İsmahil.
Kitapların kızın görüş ufkunu açmış olabileceği, başka dünyalara
bir atlama yaptırmış olabileceği İsmahil’in aklının köşesinden
bile geçmiyordu. Nafset’in ulaşmış olduğu bilinçli insan denen
şeyin ne anlama geldiğini de bilmemekteydi İsmahil. Ancak, yine
de Nafset’in farklı biri, evlenme peşinde koşuşturan sıradan
kızlardan biri olmadığının farkındaydı, bu durum İsmahil’in
arzusunu daha da kamçılıyordu.
Ancak İsmahil’in kızın
dünyasını kavrayacak ve ona saygı duyacak düzeyde biri değildi.
Neresini beğenmekte olduğunu bile bilmiyor, sadece kızı bir kadın
olarak arzuluyordu. Şimdiye değin görmediği farklı bir kuş ile
karşılaşmış bir avcıya benziyordu İsmahil. Bu işin iyi ya da kötü
olacağını bile bilemiyordu, ancak usta bir avcı olarak, sonuna
değin bu avın üzerine yürümekte kararlıydı. Onu yakalayamayacak ya
da öldüremeyecekse, zaten bir avcı, bir adam sayılmazdı!Kızı elde
edemezse, çatlardı, ama bir yakaladığında da, kanatlarını yolup
değersiz bir kuş gibi eve hapsedip çıkardı işin içinden…
Nafset de İsmahil’in
kalpağının tepesinin nereye uzandığının, gizli amacının ne
olduğunun ayırdına varmıştı. Şakamsı sözlerinin gerisinde
yatan niyetini de artık biliyordu. Kendine göre daha yaşlı başlı
olmasına değer vermesi, şakalarına şakayla karşılık vermesi gibi
şeyler bitmişti. Yapmacık şakalarının ve büyüklenmelerinin
ardındaki niyeti anlamış, söylediklerinin şifresini de bir iki
kez açığa çıkarmıştı. İsmahil’in suratına da manalı bakmıştı.
İsmahil’in kötü niyetinin bilincine varmıştı. İrkildi. Ne yapsındı şimdi: Bu utanmazın karşısında Adige geleneğinin
prangalarına vurulmuş, zincire bağlanmış umarsızın biri olarak
oturmak zorundaydı. Öbür pseluhlar/evlenmek için gelenler gibi, bu
askıntı kişinin elinden kolay kurtulamayacağını anlamıştı. Bu
kişi Adigelik gereği diyerek her türlü kurnazlığı, taktiği ve
olanağı kullanmasını bilen biriydi. Şu durumda her ikisi de,
şakayı elden bırakmayarak, birbirinin açığını yakalama peşindeydi.
Şaka ve pseluh/evlenme konuşmaları sürdükçe, İsmahil, yavaş yavaş
diş göstermeye, tüm güzellik dileklerine karşın, kendisine yar
olmayacak birine, ne gerekiyorsa onu denemekten kaçınmayacağını,
başkaları için söylüyormuş gibisine laflarının arasına
sokuşturmaya başlamıştı.
Bu sözlerin ardından köyde
ikisine yönelik bazı söylentiler de yayılmıştı:”İsmahil,
Nafset’e vuruk, ama kız ona varmıyor” biçiminde… Söylenti
ekleme ve oynamalarla zenginleştirilmiş biçimde, yayıldıkça
yayılıyor, kimisi inanıyor, kimisi de inanmıyor, kimisi ikisini
birbirine yakıştırıyor, kimisi de söylenenleri asılsız buluyordu.
Söylentiler karşısında
Nafset’in ödü patlamıştı: En başından beri, evlenme işini
İsmahil’in bir gurur sorunu haline getirmesinden ve kendisine
düşman olmasından çekiniyordu, iş oraya doğru gitmekteydi. Kim
yaydı ki bu söylentileri?Niye peşine düştüler ki böyle?Nasıl
çıkılır bu işin içinden?Bir kadın nasıl olur da kendi geleceğini
belirleyemezmiş bu dünyada?Kim İsmahil’e umut vermiş ki, kim yalan
söylüyordu bu konuda?Evlenme konusu kimin ağzından yayıldı
ki?Okumak istemesine niçin kızıyorlardı ki?Bu gibi kişileri kendi
seçtiği ve özlemini duyduğu yeni yaşam yolundan kopartmaya kim
yetkili kılıyordu ki?Nafset yerli yerinde duramıyordu bir türlü.
Kızgınlık ve korku ile karmaşık bir duygu kaplamıştı içini.
Bu arada İsmahil Nafset’in
evine gelmelerine birkaç gün ara vermişti. Bir gün Nafset,
bahçesinin önüne diktiği çiçekleri sulamaktayken, ansızın İsmahil
bahçeye giriverdi. Yanında kabadayı gibi gömleğinin etekleri
sarkık ve kısa boylu biri olan arkadaşı Lıhuj da vardı. İsmahil
şık giyimiyle uyumlu bir üstün kişi görünümünde, ama yanındaki
kısa boylu arkadaşına da değer verir bir biçimde Nafset’e doğru
gelmekteydi.
Nafset’in ödü koptu. Elleri
çamur, elinde kova olduğu halde, yerinde çakılıp kaldı. Ürkmüş,
yerinde donup kalmış gibiydi, en korktuğu kişi, gözlerini dikmiş
kendisine bakıp duruyordu.
Hiçbir şey olmamış gibi,
İsmahil, her zamanki şakacı gülümsemesiyle söze girdi.
- Bu çiçeklere değer verdiğin gibi, bize de değer veriyor
olsaydın, içimizde bitmeyecek bir sevinç yaratmış olurdun, dedi
her zamanki gibi gülümseyerek. Ancak bu alaylı gülümsemesinin
ardında gizli bir niyet ve bir kötü amaç da seziliyordu, gözleri
sivri bir demir biz (dıdı) gibi, batıcı bakıyor, Nafset’i
süzüyordu. Kızın açık gömlek yakasından görünen boyun teninden
başlayıp ince gömleğinin altından rahat anlaşılan göğüslerine
değin her yerini bir bir gözden geçiriyordu. Kızın sıvamış olduğu
kollarına değin her yere bakmayı da ihmal etmiyordu. İlk
gelişlerinde olduğu gibi, utanmaz ve kötü niyetli bakışlarını
gizlemeye çalışan gözleri kalmamış, bu gözler şimdi arzulu
bakışlarla Nafset’i süzen utanmaz gözlere dönüşmüşlerdi.
Nafset İsmahil’in bu
bakışlarının ayırdında idi. Korkusuna utanması da eklendiğinden
yanakları bir solgunlaşıyor, bir kızarıyordu. İsmail’in sözlerine
bir karşılık verecek durumda da değildi. Adige olmanın gereğini yatı.
Elindeki kovayı bırakıp hemen elini temizledi.
- Buyurun! dedi sanki onları hiç tanımıyormuş, ilk kez görüyormuş
gibi eve buyur etti ikisini.
Nafset ellerini hemen kuruladı, ürkmüş, odanın içinde ne
diyeceğini bilmez halde, gözlerini öne eğmiş masanın başında
ayakta duruyordu. Ancak oturunuz demeyi unutmuştu. Onların ayakta
kalmış olduklarını gördü ve alelacele:
- Otursanıza, oturun! dedi.
İsmahil tepeden direkt
kendisine bakıp duruyordu. Bakışında bir sorgulayıcı tavır,
yakışıksız bir görünüm ve haydutça bir yaklaşım vardı. Bu bakışlar
Nafset’i adamakıllı ürkütmeye yetecek bir boyuttaydı. Sonunda bir
şey söylemiş olmak için:
- İsmahil, uzun zamandan beri gelmelerine ara vermişsin, bir yere
mi gitmiştin yoksa?
- Gelmeyişimi böyle önemseyeceğini bilseydim, çok daha erkenden
gelirdim…
- Gelmenden rahatsız olmadığımızı biliyor olmalısın, herhalde
kendin gelmek istememiş
olmalısın…
En olmayacak, hiç söylememesi
gereken sözü ağzından kaçırdığını anlamıştı. Nafset, asla
söylememesi gerekeni, istemediği kişinin arzulayacağı şeyi
söylemiş olduğunun farkına varmıştı, bu nedenle hemen dilini bir
ısırdı, ama İsmahil’e de lafa girme fırsatı tanımış oldu.
- Köyde ikimize ilişkin söylenenleri duymuşsundur diyerek
gelmelerime biraz ara vermiş oldum…, diyerek, İsmahil gözlerini
kıza dikti. Nafset’in korktuğu şey elinde olmaksızın başına gelmiş
oldu, bet benzi sarardı ve yüzünü öne eğdi.
- Köyde gezinen her dedikoduyu ciddiye alacaksan, yaşayamazsın,
diyebildi zar zor.
- Öyle ama, bir yerde oturuyorsan orada senin için söylenenleri de
duymazlıktan gelemezsin.
Nafset, bu söze verecek bir
yanıt bulamadı. Bir açmaza girdiğini anlamıştı. Bu oluşan kıskaç
karşısında düşünme yeteneği uçup gitmiş gibiydi. İsmahil, yant
bekleyerek bir süre oturdu, ardından yine şakaya vurdurarak
sözlerini sürdürmeye başladı:
- Nafset, birlikte bunu bir düşünsek diyorum, köylünün ikimiz için
söylediği şeyleri nasıl aşarız diye...
- Köyde neler söylendiği benim umurumda değil . Sen de öyle
olmalısın diye düşünüyorum…
- Senin umurunda olmayabilir ama adı söylenen İsmahil’in
üzülmediğini iddia edemem. Bu bakımdan Aranızda konuşup çözmeniz
gereken bir şey varsa bunu konuşmanızda yarar vardır, dedi
şimdiye değin ağzını açmamış olan Lıhuj (Л1ыхъужъ).
- Köylünün ne demiş olduğu değil, Nafset’in ne diyeceği önemli.
Benim hiçbir ilgim olmadığı halde, bu durum beni daha açık
konuşmaya zorluyor, diyerek, hayli de lafı dolandırarak, İsmahil,
Nafset’in kendisiyle evlenmeyi kabul edip etmediğini söylemesini,
kendisine kesin bir yanıt vermesini istedi. Nafset, yine Adige
kızlarının yaptığı gibi davranmaya çalışıyor, İsmahil’e hayır
demesinin geleneklere aykırı düşeceğini biliyordu. İsmahil gibi
biri, kendisi gibi sıradan bir kızdan daha iyisini/güzelini
bulabilirdi, kendisi ise şu sıralar evlenmeyi hiç düşünmüyordu.
Evlenmeyi düşündüğünde, İsmahil de o zaman evlenmeyi yine
düşünüyor olursa, işte o zaman kesin bir yanıt
verebilirim…gibisine bilindik sözlerin ardına saklanmaya
çalışıyordu ama bir türlü de, kendisine çıkış yolu bırakmak
istemiyorlardı. İsmahil, tek çıkış yolunun Nafset’in kendisi ile
evlenmesi oluğunu dayatıyor, lafı yeniden başlatıp kızı zorladıkça
zorluyordu. Bu olanağın güzel bir çıkış yolu olduğunu ve bunu
kabul etmesini Nafset’ten istedi. Kendisiyle evlendiği takdirde
kendisinin bir cennet, bir prenses yaşamına kavuşacağı sözünü
verdi. Bu arada kız bulamayan biri olmadığını, ama Nafset’i
kızların hepsinin içinden seçtiğini, eğer köyde adı dile düşmüş
olmasaydı, bu işin peşine böyle düşmeyeceğini, şimdi kendisiyle
evlenmeyi her şeyden önde tuttuğunu söylüyor, üsteledikçe
üsteliyordu. Arkadaşı da ona eşlik ediyor, ikisinin arasında,
kendisi de bir karar verici kişiymiş gibi davranıyordu. İsmail
adına bu işin bir gurur sorunu haline geldiğini demeye
getiriyordu. Bu iş güzellikle olsun derse, her şeyin güzel
olacağını vurguluyordu. Güzellikle olmayacak olursa, İsmahil’in
yine gerekeni yapmaktan geri kalmayacağını belli etmek istiyordu.
Bir küçük ceylanın peşine düşmüş iki yolunuk köpeğe benzer bir
biçimde, biri sustukça diğeri başlayıp Nafset’e zorlu anlar
yaşattılar.
Sonunda Nafset’in canı tak
etti ve kararlı bir biçimde yanıtını döktürdü:
- Köyde birilerine yakıştırılan her bir kişi, buna göre hareket
etmek zorunda kalacaksa, bu şey çok zalimce bir şey olur. Bu
söylenenlerden ötürü benim bir kusurum olabileceğini sanmıyorum.
Bu sözlerin benden çıktığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz,
doğduğumdan bugüne değin evlenmek diye bir şey düşünmüş, ağzından
tek sözcük dökülmüş biri değilim, bugüne değin evlenmek üzerine
kimseyle konuşmuş biri de değilim. Benim yaşama ilişkin özlemlerim
evlenme işinden çok önde gelir. İsmahil’in benimle yaptığı
şakaları insanca, arkadaşça şakalardan sayıyordum ve bundan memnun
oluyordum. O sözlerin ardında öyle niyetler bulunacağına hiç
ihtimal vermemiştim, bilseydim farklı davranırdım.
İsmahil şakacı tutumunu bir yana attı, kapkaralaşmış gözlerini
birbirine iyice yaklaştırıp sert bir biçimde Nafset’e baktı:
- Nerede büyütülmüşsün bilmiyorum, ama bir erkek bir kızın yanına
sık sık gitmeye başlarsa, onun bir arzusunun olduğunu ve
başkalarının bir şeyler düşünebileceklerini bilmesi zor olan bir
şey değil. Bunu bilmiyor olamazsın. Bunu bilmediğini bilseydim,
ısrar etmez, hemen geri çekilirdim. Ancak şu durumda geri çekilme
diye bir şey olamaz. Sana ilişkin duygularımda yanılmış olsam da,
ok yaydan çıktı artık. İnsan gurur adına canını verebilir.
Nafset, işte bu sözlerimi iyi düşün ve ona göre bize kesin bir
yanıt ver, diyerek kestirip attı. Şimdi Nafset, İsmahil’in
şakasının ve anlayışının ne menem bir şey olduğunu, maskesinin
düştüğünü, sahte gülümseyişlerinin ardındaki gerçeği görmüş, onun
ne denli terbiyesiz ve kaba biri olduğuna, ilk kez böylece
tanık olmuş oldu.
Yıldırım çarpmış, taş kesilmiş gibi, kızı ayakta bırakıp çıkıp
gittiler. Nasıl bir bela içine düşmüş olduğunu, sonunda gözleriyle
görmüş oldu Nafset. Adigelik gereği, Adige semerkovu/şakası
diyerek bu azılı vahşiyi kendisi başına musallat etmişti. Uzaktan
görüp insan sandığı bu kişi, sonunda tam vahşi bir hayvan olup
çıkmıştı. Yakından tanıdığında ürkmüştü ondan, sadece ürkmekle
kalmamış, içinde kalıcı bir korkunun oluşmasına da neden olmuştu.
Küçükken bir örümcek yüzünden başına gelmiş olan bir olay, şimdi İsmahil yüzünden, yeniden başına gelmiş oldu.
Küçükken Nafset örümcekleri çok seviyordu. Bir gün büyük bir
örümcek pencerelerinin bir köşesinde bir ağ örüyordu. İnce
ayaklarını geçiştiriyor, ince beyaz ipliklerle çok ustaca bir
biçimde ağını örmeyi sürdürüyordu. Güneş yükseliyordu, güneş
ışınları yarı örülmüş örümcek ağına yansıyor, örümcek ağını gümüş
ipliklerden örülme bir ağmış gibi parıldatıyordu, örümcek ise
kımıldamadan, deri üstündeki kocaman bir siğil gibi ağın üzerinde
oturuyordu. Bu arada küçük bir sinek ağa takılmıştı. Sinek ölümün
geldiğine yakınırmış gibi vızıldıyordu. Örümcek harekete geçti,
önce dikkatle bir duraksadı, ardından hızla koşup sineğin kanını
emmeye başladı.
Nafset bir tabureye çıkıp
örümceğe daha yakından bir baktı. Gördüğü manzara karşısında çocuk
irkildi. Uzaktan ilginç ve sevimli bir şeymiş gibi gördüğü bu
örümcek meğer ne kokunç bir yırtıcı imiş:Sivri biz gibi bükük
kıskaçlarla kaplı çenesini iğrenç bir biçimde kullanıyor, yağa
batırılmış gibi sapsarı ve küçücük gözleri pis bir biçimde ve
kımıldamadan bakıyorlardı. Çok çirkin ve vahşice bir manzaraydı bu
gördüğü şey…Nafset, o gördüğü şey nedeniyle örümcekten korkmaya
başlamıştı.
Şimdi İsmahil’den de korkmaya
başlamıştı. Onun da gözlerinin örümceğin gözlerini andıran bir
biçimde baktığını görmeye, İsmahil’in burulmuş kara karabıyığını
da örümceğin kıskaçlarla kaplı çenesine benzetmeye başlamıştı.
İçinde büyük bir sıkıntı ve acı belirdi. Bağırıp ağlayacak ve
kendisine yardım edecek biri için yalvaracak duruma düşmüştü.
Ancak başa gelen şeyi bağırmakla geçiştirmek, bu olabilir miydi,
yakınıyorsun diye kim yardımına koşacaktı ki? Aksine seni deli,
saçmalayan biri sanırlardı. Peki şimdi ne yapmalıydı?Başına
gelecek olan şey gelmeden, kimse söyleyecek olan şeylere inanır
mıydı, iş başa geldikten sonra, yadım edilse ne olacaktı ki?
Çünkü, Nafset, en güvendiği
kişi olarak Değotluk’a açmıştı bu korkusunu sadece ama o da
bunun üzerinde pek durmamış ve önemsememişti.
- Bu dönemde, kimse, İsmahil gibileri kadına karşı bir şey yapmaya
yeltenemezler. Yeltenecek olurlarsa, onları pişman eder,
kollarını kırarız! demişti Değotluk.
Bu büyük kaygı içinde, tek
güvendiği kişi olarak, Bibolet’e durumu yazıp bildirmeyi düşündü.
Her an düşündüğü tek kişi de
oydu, yaşadığı sıkıntıyı ona da duyurmak istiyordu. Ama aklına
gelen her şeyi yazmayı uygun bulmadı, utandı. Sıradan, dostça
sözlerle sınırlı bir yazı yazdı. Yazdığı şeyleri bile kendisine
fazla bulmaya başladı. Bunları kendi gizli aşkının bir ilanı gibi
sanırsa diyerek irkildi. Okudukça her iki yanağı ateş gibi
kızararak mektubu bir hafta koynunda taşıdı.
Sonunda mektubu postaya
vermesi için Değotluk ile gönderdikten sonra, tek umudu
Bibolet’den bir yanıt almaya kalmıştı. Biricik sevdiği bu
yazdıklarının anlamını kavrar ve gerekli yanıtı verirse, işte o
zaman kendisine bir korunma gücü kazandırmış olacaktı. Gönderdiği
mektubu Bibolet’in okuyup bir yanıt göndermesini düşünüp
dururken, öteki kaygılarını bir yana atmıştı. Değotluk’un her
gelişinde ya da bahçeleri önünden her geçişinde umutlanıyor,
soluğu kesiliyor, mektubu getiriyor olabilir diye ona doğru
koşuyordu. Ancak her seferinde düş kırıklığı ile karşılaşıyordu.
Umutları bir anda yok oluyor, karamsarlık ve umutsuzluk içini
kaplıyor, beti benzi atmış atmış halde geri dönüyordu. Ateşin
kavurup buruşturduğu bir yaprak gibi büzülüyor, şakası ve sevinci
uçup gidiyordu.
Bir ay geçti ama Bibolet’den
bir mektup gelmedi. İki ay, üç ay geçti. Artık umudu kalmamıştı.
Umuttan daha çok, umutsuzluk ve incinme duyguları kaplamıştı
içini. O mektubu yazmış olduğuna pişman oldu. İçinde Bibolet’e
karşı da bir güvensizlik oluşmaya başladı. Yine de Bibolet’e karşı
olan umutları tam yok olmamıştı, zaten içinde tek umut olarak
sevdiği kişi kalmıştı.
…Birgün, Değotluk, isterse, kendisini
rayon (ilçe) merkezinde yapılacak olan özerklik kutlamalarına (автоном
джэгу) Mıhamet ile birlikte götürebileceklerini söyledi. Ardından
olayı kendi bilmiyormuş gibi davranarak eklemede bulundu:
- Orada Bibolet ile de karşılaşabiliriz!. .
- O niçin rayona gelecekmiş, Moskova’da değil mi o?
- Hayır, Bibolet’in şu sıralar Krasnodar’da (…) bulunduğunu
duydum. Öyle de olmalı, çünkü şu sıralar okullar kapalı, yaz
tatili. Duyduğum doğruysa ve Bibolet Krasnodar’daysa kutlamalara
gelir. Ben de onu görmek istiyorum, iyi bir genç o!
Nafset, sevinci, kızgınlığı, umudu, umutsuzluğu, hepsi bir arada,
çok şeyi düşünerek ve çok şeyi de anımsayarak, sessizce durduğu
yerde dikiliyordu.
(…)
Krasnodar- O sıralar, 1936 yılına değin Adigey’in idari merkezi
idi. -HCY |