...................
...................

MUTLULUK YOLU      3.BÖLÜM -5

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

III. ADAMIN ÜZÜNTÜSÜ (Л1ЫМ ИШЪХЬАК1У)

İsmahil, Kulats'ın henüz evlenmediği sıralarda Nafsetlere ara sıra gelirdi. Kulats’e  takılanlar arasına pek katılmamaya çalışır, Nafset ile ara sıra şaka yapar gibi konuşup otururdu. Bir çocukla şakalaşıyormuş gibi, başka bir görüntü vermeden Nafset'le konuşurdu. Nafset kendisiyle evlilik üzerine konuşma yapmaya kalkışanlardan uzaklaşıyor, kendisine arkadaşça ve bir ağabey gibi yaklaşımda bulunan İsmahil'e karşı ise, giderek bir yakınlık duymaya başlamıştı. Akıllı biri olduğunu belli eden kapalı ve  yumuşacık dudaklarını, artık  fazla dayanamayıp açıp gülümsemeye ve giderek de  içinden kahkahalar  yükselmeye başlamıştı sonunda. Dostça ve insanca şakalaşmayı seven biriydi Nafset. Bu bağlamda İsmahil'in şakalarından hoşlanmaktaydı.

İsmahil yakışıklı biriydi. Yakışıklılığına uygun bir biçimde dik yürümeyi, kendine ve sözlerine değer vermeyi, birçokları gibi  uluorta konuşmalardan  kaçınmasını bilen biriydi İsmahil. Her zaman için bir gizli güvensizlik ve kuşkulu durum sezilirdi davranışlarında,  üstün biri olarak  görünmek ister, bunu asla elden bırakmazdı. Nafset, ortamı unutup İsmahil'in yabancı olduğu bilim ve eğitim  konularına daldığında, beriki hemen başka bir konuya atlar, işi şakaya vurdup hiçbir şeyden anlamadığını Nafset'ten gizlemeye, hemen başka bir konuya geçmeye çalışırdı. İsmahil, artık geçerliliğini yitirmiş  eski Adige değerleri dışında bir şey bilmeyen, yeni yaşama yabancı  biriydi, bu eksikliğini birtakım şakalarla örtmeye, gizlemeye çalışıyordu. Böylesine hileli şeyleri bilecek yaşta olmayan deneyimsiz küçük kızı kandırmak ve kalbini çalmak için ustaca  yaklaşımlarda bulunmaktaydı. Başlarda Nafset bunun farkında değildi, kalbini ve birçok duygusunu, candan bir arkadaşı olarak algıladığı İsmahil'e açmaya başlamıştı. Bir başka açıdan, İsmahil gibi, üstün görülen ve köy kızlarının peşinden koştuğu birinin  kendisiyle konuşmakta ve dostça ilgilenmekte olması, Nafset'in de hoşuna gidiyor ve bundan  gurur da duyuyordu.

Bir kızı nasıl elde edebileceğini bilen ve bu yolda kurnaz ve deneyimli bir avcı gibi sinsi yaklaşımlarda bulunan İsmahil’in gerçek niyetinin henüz farkında değildi Nafset.

Ancak Nafset, sonunda ve yavaş yavaş,  İsmahil’in  gerçek niyetini ve yakınlık vermesinin  nedenini anlamaya başlamıştı. Bazen İsmahil’in arzulu bakışlarıyla göz göze geliyor ve korkmaya başlıyordu Nafset. Bazen İsmahil’in şakaları karşısında katıla katıla gülüyor, ama İsmahil’in arzulu bakışlarıyla karşılaştığında, sevinci kursağında kalıyor, utanıp yanakları kızarıyor, gözlerini ağlamaklı  indiriyor, kalbi de atıyordu. İsmahil’in sinsice isteklere dayalı olarak kurmayı başardığı bu yakınlık, birden sona eriyor, ona karşı bir korku ve güvensizlik duygusu  oluşuyordu içinde. Ancak İsmahil, kız böyle yapıyor diye, kıza  kırılmıyordu. Nafset’in irkilmiş olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyor ve işi şakaya vurdurup kızın gönlünü almaya, kendi asıl niyetini gizlemeye çalışıyor, yeniden onu avlamaka için yeni oyunlar tezgahlamaya başlıyordu.

Nafset’in İsmahil’den  tam korkmaya başladığı gün, Ahmed’in öldürülmesi üzerine Değotluk’un kendisine söylemiş olduğu sözler ve bu sözlerin  ne denli korkunç şeyler  içerdiğini anlaması sonrasındaydı.

Kulats’ın evlenmesi sonrasında İsmahil, Nafset’in yanına  daha sık gelmeye başlamıştı. Kendisine bir başka kişi görüntüsü veriyor, bir genç grubu ile birlikte gelmeyi ve o gençler içinde oturmayı kendisine yakıştıramıyor, Nafset’in yalnız olduğu anları kolluyor ve  yalnız gelmeye bakıyordu. Daha çok da, kendi gedikli arkadaşlarından birini yanına alıp geliyordu. Ancak bazen, Nafset’e olan dostluğunu belirterek, işi espri ve şakalara vurdurarak yalnız  gelmelerini de sıklaştırmıştı. Bu şakacı tavrını sürdürmeye özel bir  özen gösteriyordu. Sonunda  kendisine/Nafset’e karşı bir kaşenlik/evlenme amacı olduğunu da belli etmeye başlamıştı. Nafset ise, bundan ürkmüştü,  bu nedenle yakınlaşmayı bitirmek için geri çekilmek istiyordu. Ancak, İsmahil buna fırsat tanımıyor, şakacı ve koruyucu görüntüler takınarak işin içinden sıyrılmanın yoluna bakıyordu. Asla geri çekilmiyor, tam aksine, yavaş yavaş, işi şakaya vurdurarak kaşenlik/evlenme işine sıranın gelmesini bekleyerek Nafset’le ilgisini sürdürmeye çalışıyordu. Nafset ise, artık çok sakınıyor ve çok dikkatli hareket ediyordu. Öbür kaşenlerine karşı ne söylüyorsa, İsmahil'e de  aynısını söylüyor, ”Evlenme yaşına gelmiş olsaydım, sana bir yanıt vermeye çalışırdım…” gibisine bilindik/klasik karşılıklar veriyordu. Bu sözleri yeterli görülmediğinde,  kendi asıl özlemlerini belli etmeye çalışıyordu.

İsmahil, kızın tüm özlemlerini kabul etmiş ve onları benimsemiş biriymiş gibi görünmeye çalışıyordu. Ancak Nafset, İsmahil’in aradığı kişi olduğunu pek sanmıyordu. Nafset’in okumak istemesini de  anlamsız buluyordu İsmahil. Kızın okuduğu kitaplar, bir ipek entari gibi taşınan birer şık şeyler, kutular olmak dışında anlam taşımıyorlardı. ”Evlenme öncesinde kendisini kitap okuyan biri olarak göstermek, tanıtmak isteyen bir kızdı bu sadece. Evlendiğinde bu uçarılıkları bitecek,  iyi ve uslu bir ev kadını olacaktır…” diye düşünmekteydi İsmahil. Kitapların kızın görüş ufkunu açmış olabileceği, başka dünyalara bir atlama yaptırmış olabileceği İsmahil’in aklının köşesinden bile geçmiyordu. Nafset’in ulaşmış olduğu bilinçli insan denen şeyin  ne anlama geldiğini de bilmemekteydi İsmahil. Ancak, yine de  Nafset’in farklı biri, evlenme peşinde koşuşturan sıradan kızlardan biri olmadığının farkındaydı, bu durum İsmahil’in arzusunu daha da kamçılıyordu.

Ancak İsmahil’in kızın dünyasını kavrayacak ve ona saygı duyacak düzeyde biri değildi. Neresini beğenmekte olduğunu bile bilmiyor, sadece kızı bir kadın olarak arzuluyordu. Şimdiye değin görmediği farklı bir kuş ile karşılaşmış bir avcıya benziyordu İsmahil. Bu işin iyi ya da kötü olacağını bile bilemiyordu, ancak usta bir avcı olarak, sonuna değin bu avın üzerine yürümekte kararlıydı. Onu yakalayamayacak ya da öldüremeyecekse, zaten bir avcı, bir adam sayılmazdı!Kızı elde edemezse, çatlardı, ama bir yakaladığında da, kanatlarını yolup değersiz bir kuş gibi eve hapsedip çıkardı işin içinden…

Nafset de İsmahil’in kalpağının tepesinin nereye uzandığının, gizli amacının ne olduğunun  ayırdına varmıştı. Şakamsı sözlerinin gerisinde yatan niyetini de artık biliyordu. Kendine göre daha yaşlı başlı olmasına değer vermesi, şakalarına şakayla karşılık vermesi gibi şeyler bitmişti. Yapmacık şakalarının ve büyüklenmelerinin ardındaki niyeti anlamış, söylediklerinin şifresini de  bir iki kez açığa çıkarmıştı. İsmahil’in suratına da manalı bakmıştı. İsmahil’in kötü niyetinin bilincine varmıştı. İrkildi. Ne yapsındı şimdi: Bu utanmazın karşısında Adige geleneğinin prangalarına vurulmuş, zincire bağlanmış umarsızın biri olarak  oturmak zorundaydı. Öbür pseluhlar/evlenmek için gelenler gibi, bu askıntı kişinin elinden kolay kurtulamayacağını  anlamıştı. Bu kişi Adigelik gereği diyerek her türlü kurnazlığı, taktiği ve olanağı kullanmasını bilen biriydi. Şu durumda her ikisi de, şakayı elden bırakmayarak, birbirinin açığını yakalama peşindeydi. Şaka ve pseluh/evlenme konuşmaları sürdükçe, İsmahil, yavaş yavaş diş göstermeye, tüm güzellik dileklerine karşın, kendisine yar olmayacak birine, ne gerekiyorsa onu denemekten kaçınmayacağını, başkaları  için söylüyormuş gibisine laflarının arasına sokuşturmaya başlamıştı.

Bu sözlerin ardından köyde ikisine yönelik bazı söylentiler de yayılmıştı:”İsmahil, Nafset’e vuruk, ama kız ona varmıyor” biçiminde… Söylenti ekleme ve oynamalarla zenginleştirilmiş biçimde, yayıldıkça yayılıyor, kimisi inanıyor, kimisi de inanmıyor, kimisi ikisini birbirine yakıştırıyor, kimisi de söylenenleri asılsız buluyordu.

Söylentiler karşısında Nafset’in ödü patlamıştı: En başından beri, evlenme işini İsmahil’in  bir gurur sorunu  haline getirmesinden ve kendisine düşman olmasından  çekiniyordu, iş oraya doğru gitmekteydi. Kim yaydı ki bu söylentileri?Niye peşine düştüler ki böyle?Nasıl çıkılır  bu işin içinden?Bir kadın nasıl olur da kendi geleceğini belirleyemezmiş bu dünyada?Kim İsmahil’e umut vermiş ki, kim yalan söylüyordu bu konuda?Evlenme konusu kimin ağzından yayıldı ki?Okumak istemesine niçin kızıyorlardı ki?Bu gibi kişileri kendi seçtiği ve özlemini duyduğu yeni yaşam yolundan kopartmaya kim  yetkili kılıyordu ki?Nafset yerli yerinde duramıyordu bir türlü. Kızgınlık ve korku ile karmaşık bir duygu kaplamıştı içini.

Bu arada İsmahil Nafset’in evine gelmelerine birkaç gün ara vermişti. Bir gün Nafset,  bahçesinin önüne diktiği çiçekleri sulamaktayken, ansızın  İsmahil bahçeye giriverdi. Yanında kabadayı gibi gömleğinin etekleri sarkık ve kısa boylu biri olan arkadaşı Lıhuj da vardı. İsmahil şık giyimiyle uyumlu bir üstün kişi görünümünde, ama yanındaki kısa boylu arkadaşına da değer verir bir biçimde Nafset’e doğru gelmekteydi.

Nafset’in ödü koptu. Elleri çamur, elinde kova olduğu halde, yerinde çakılıp kaldı. Ürkmüş,  yerinde donup kalmış gibiydi, en korktuğu kişi, gözlerini dikmiş kendisine bakıp  duruyordu.

Hiçbir şey olmamış gibi, İsmahil, her zamanki şakacı gülümsemesiyle söze girdi.
- Bu çiçeklere değer verdiğin gibi, bize de değer veriyor olsaydın, içimizde bitmeyecek bir sevinç yaratmış olurdun, dedi her zamanki gibi gülümseyerek. Ancak bu alaylı gülümsemesinin ardında gizli bir niyet ve bir kötü amaç da seziliyordu, gözleri sivri bir demir biz (dıdı) gibi,  batıcı bakıyor, Nafset’i süzüyordu. Kızın açık gömlek yakasından görünen boyun teninden başlayıp ince gömleğinin altından rahat anlaşılan göğüslerine değin her yerini bir bir  gözden geçiriyordu. Kızın sıvamış olduğu kollarına değin her yere bakmayı da ihmal etmiyordu. İlk gelişlerinde olduğu gibi, utanmaz ve kötü niyetli bakışlarını gizlemeye çalışan  gözleri kalmamış, bu gözler şimdi arzulu  bakışlarla Nafset’i süzen utanmaz gözlere dönüşmüşlerdi.

Nafset İsmahil’in bu bakışlarının ayırdında idi. Korkusuna utanması da eklendiğinden yanakları bir solgunlaşıyor, bir kızarıyordu. İsmail’in sözlerine bir karşılık verecek durumda da değildi. Adige olmanın gereğini yatı. Elindeki kovayı bırakıp hemen elini  temizledi.
- Buyurun! dedi sanki onları hiç tanımıyormuş, ilk kez görüyormuş gibi eve buyur etti ikisini.

Nafset  ellerini hemen kuruladı, ürkmüş, odanın içinde ne diyeceğini bilmez halde, gözlerini öne eğmiş  masanın başında ayakta duruyordu. Ancak oturunuz  demeyi unutmuştu. Onların ayakta kalmış olduklarını  gördü ve alelacele:
- Otursanıza, oturun! dedi.

İsmahil tepeden direkt kendisine bakıp duruyordu. Bakışında  bir sorgulayıcı tavır, yakışıksız bir görünüm ve haydutça bir yaklaşım vardı. Bu bakışlar Nafset’i adamakıllı ürkütmeye yetecek  bir boyuttaydı. Sonunda bir şey söylemiş olmak için:
- İsmahil, uzun zamandan beri gelmelerine ara vermişsin, bir yere mi gitmiştin yoksa?
- Gelmeyişimi böyle önemseyeceğini bilseydim, çok daha erkenden gelirdim…
- Gelmenden rahatsız olmadığımızı biliyor olmalısın, herhalde kendin gelmek istememiş
olmalısın…

En olmayacak, hiç söylememesi gereken sözü ağzından kaçırdığını anlamıştı.  Nafset, asla söylememesi gerekeni, istemediği kişinin arzulayacağı şeyi söylemiş olduğunun farkına varmıştı, bu nedenle  hemen dilini bir ısırdı, ama İsmahil’e de lafa girme fırsatı  tanımış oldu.
- Köyde ikimize ilişkin söylenenleri duymuşsundur diyerek gelmelerime biraz ara vermiş oldum…, diyerek,  İsmahil gözlerini kıza dikti. Nafset’in korktuğu şey elinde olmaksızın başına gelmiş oldu, bet benzi sarardı ve yüzünü öne eğdi.
- Köyde gezinen her dedikoduyu ciddiye alacaksan, yaşayamazsın, diyebildi zar zor.
- Öyle ama, bir yerde oturuyorsan orada senin için söylenenleri de duymazlıktan gelemezsin.

Nafset, bu söze verecek bir yanıt bulamadı. Bir açmaza girdiğini anlamıştı. Bu oluşan kıskaç karşısında düşünme yeteneği uçup gitmiş gibiydi. İsmahil, yant bekleyerek bir süre oturdu, ardından yine şakaya vurdurarak sözlerini sürdürmeye başladı:
- Nafset, birlikte bunu bir düşünsek diyorum, köylünün ikimiz için söylediği şeyleri nasıl aşarız diye...
- Köyde neler söylendiği benim umurumda değil . Sen de  öyle olmalısın diye düşünüyorum…
- Senin umurunda olmayabilir ama adı söylenen İsmahil’in üzülmediğini iddia edemem. Bu bakımdan Aranızda konuşup çözmeniz  gereken bir şey varsa bunu  konuşmanızda yarar vardır, dedi şimdiye değin ağzını açmamış olan Lıhuj (Л1ыхъужъ).
- Köylünün ne demiş olduğu  değil, Nafset’in ne diyeceği önemli. Benim hiçbir ilgim olmadığı halde, bu durum beni daha açık konuşmaya zorluyor, diyerek, hayli de lafı dolandırarak, İsmahil, Nafset’in kendisiyle evlenmeyi kabul edip etmediğini söylemesini, kendisine kesin bir yanıt vermesini istedi. Nafset, yine Adige kızlarının yaptığı gibi davranmaya çalışıyor, İsmahil’e hayır demesinin  geleneklere aykırı düşeceğini biliyordu. İsmahil gibi biri, kendisi gibi sıradan bir kızdan daha  iyisini/güzelini bulabilirdi, kendisi ise şu sıralar evlenmeyi hiç düşünmüyordu. Evlenmeyi düşündüğünde, İsmahil de o zaman evlenmeyi yine düşünüyor olursa, işte o zaman kesin bir yanıt verebilirim…gibisine bilindik sözlerin ardına saklanmaya çalışıyordu ama bir türlü de, kendisine çıkış yolu bırakmak istemiyorlardı. İsmahil, tek çıkış yolunun Nafset’in kendisi ile evlenmesi oluğunu dayatıyor, lafı yeniden başlatıp kızı zorladıkça zorluyordu. Bu olanağın güzel bir çıkış yolu olduğunu ve bunu  kabul etmesini Nafset’ten istedi. Kendisiyle evlendiği takdirde kendisinin bir cennet, bir prenses  yaşamına kavuşacağı sözünü verdi. Bu arada kız bulamayan biri olmadığını, ama Nafset’i kızların hepsinin içinden seçtiğini, eğer  köyde adı dile düşmüş olmasaydı, bu işin peşine böyle düşmeyeceğini, şimdi kendisiyle evlenmeyi her şeyden önde tuttuğunu söylüyor,  üsteledikçe üsteliyordu. Arkadaşı da ona eşlik ediyor, ikisinin arasında, kendisi de  bir karar verici kişiymiş gibi davranıyordu. İsmail adına bu işin bir gurur sorunu haline geldiğini demeye getiriyordu. Bu iş güzellikle olsun derse, her şeyin güzel olacağını vurguluyordu. Güzellikle olmayacak olursa, İsmahil’in yine gerekeni yapmaktan geri kalmayacağını belli etmek istiyordu. Bir küçük ceylanın peşine düşmüş iki yolunuk köpeğe benzer bir biçimde, biri sustukça diğeri başlayıp Nafset’e zorlu anlar yaşattılar.

Sonunda Nafset’in canı tak etti ve kararlı bir biçimde yanıtını döktürdü:
- Köyde birilerine yakıştırılan her bir kişi, buna göre hareket etmek  zorunda kalacaksa, bu şey çok zalimce bir şey olur. Bu söylenenlerden ötürü benim bir kusurum olabileceğini sanmıyorum. Bu sözlerin benden çıktığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz, doğduğumdan bugüne değin evlenmek diye bir şey düşünmüş, ağzından tek sözcük dökülmüş biri değilim, bugüne değin  evlenmek üzerine kimseyle konuşmuş biri de değilim. Benim yaşama ilişkin özlemlerim evlenme işinden çok önde gelir. İsmahil’in benimle yaptığı şakaları insanca, arkadaşça şakalardan sayıyordum ve bundan memnun oluyordum. O sözlerin ardında öyle niyetler bulunacağına hiç ihtimal vermemiştim, bilseydim farklı davranırdım.

İsmahil şakacı tutumunu bir yana attı,  kapkaralaşmış gözlerini birbirine iyice yaklaştırıp sert bir biçimde Nafset’e baktı:
- Nerede büyütülmüşsün bilmiyorum, ama bir erkek bir kızın yanına sık sık gitmeye başlarsa, onun bir arzusunun olduğunu ve başkalarının  bir şeyler düşünebileceklerini bilmesi zor olan bir şey değil. Bunu bilmiyor olamazsın. Bunu bilmediğini bilseydim, ısrar etmez, hemen geri çekilirdim. Ancak şu durumda geri çekilme diye bir şey olamaz. Sana ilişkin duygularımda yanılmış olsam da, ok yaydan çıktı artık. İnsan  gurur adına canını verebilir. Nafset, işte bu sözlerimi iyi düşün ve ona göre bize kesin bir yanıt ver, diyerek kestirip attı. Şimdi Nafset, İsmahil’in şakasının ve anlayışının ne menem bir şey olduğunu, maskesinin düştüğünü, sahte gülümseyişlerinin ardındaki gerçeği görmüş,  onun ne denli terbiyesiz ve kaba biri olduğuna,  ilk  kez böylece  tanık olmuş oldu.

Yıldırım çarpmış, taş kesilmiş gibi, kızı ayakta bırakıp  çıkıp gittiler. Nasıl bir bela içine düşmüş olduğunu, sonunda gözleriyle görmüş oldu Nafset. Adigelik gereği, Adige semerkovu/şakası diyerek bu azılı vahşiyi kendisi başına musallat etmişti. Uzaktan görüp insan sandığı bu kişi, sonunda tam vahşi bir hayvan olup çıkmıştı. Yakından tanıdığında ürkmüştü ondan, sadece ürkmekle kalmamış,  içinde kalıcı bir korkunun oluşmasına da neden olmuştu. Küçükken bir örümcek yüzünden başına gelmiş olan bir olay, şimdi İsmahil yüzünden, yeniden başına gelmiş oldu.

Küçükken Nafset örümcekleri çok seviyordu. Bir gün büyük bir örümcek pencerelerinin bir köşesinde bir ağ örüyordu. İnce ayaklarını geçiştiriyor, ince beyaz ipliklerle çok ustaca bir biçimde ağını örmeyi sürdürüyordu. Güneş yükseliyordu, güneş ışınları yarı örülmüş örümcek ağına yansıyor, örümcek ağını gümüş ipliklerden örülme bir ağmış   gibi parıldatıyordu, örümcek ise kımıldamadan, deri üstündeki  kocaman bir siğil gibi ağın üzerinde oturuyordu. Bu arada küçük bir sinek ağa takılmıştı. Sinek ölümün geldiğine yakınırmış gibi  vızıldıyordu. Örümcek harekete geçti, önce dikkatle bir duraksadı, ardından hızla koşup sineğin kanını emmeye başladı.

Nafset bir tabureye çıkıp örümceğe daha yakından bir baktı. Gördüğü manzara karşısında çocuk irkildi. Uzaktan ilginç ve sevimli bir şeymiş gibi gördüğü bu örümcek meğer ne kokunç bir yırtıcı imiş:Sivri biz gibi bükük kıskaçlarla kaplı çenesini iğrenç bir biçimde kullanıyor, yağa batırılmış gibi sapsarı ve küçücük gözleri pis bir biçimde ve kımıldamadan bakıyorlardı. Çok çirkin ve vahşice bir manzaraydı bu gördüğü şey…Nafset, o gördüğü şey nedeniyle  örümcekten korkmaya başlamıştı.

Şimdi İsmahil’den de  korkmaya başlamıştı. Onun da gözlerinin örümceğin gözlerini andıran bir biçimde baktığını görmeye, İsmahil’in burulmuş kara karabıyığını da örümceğin kıskaçlarla kaplı  çenesine benzetmeye başlamıştı. İçinde büyük bir sıkıntı ve acı belirdi. Bağırıp ağlayacak ve kendisine yardım edecek biri için yalvaracak duruma düşmüştü. Ancak başa gelen şeyi bağırmakla geçiştirmek, bu olabilir  miydi, yakınıyorsun diye kim yardımına koşacaktı ki? Aksine seni deli, saçmalayan biri sanırlardı. Peki şimdi ne yapmalıydı?Başına gelecek olan şey gelmeden, kimse söyleyecek olan şeylere inanır mıydı, iş başa  geldikten sonra, yadım edilse ne olacaktı ki?

Çünkü, Nafset, en güvendiği kişi olarak Değotluk’a açmıştı bu korkusunu sadece ama o da bunun üzerinde pek durmamış ve  önemsememişti.
- Bu dönemde, kimse, İsmahil gibileri kadına karşı bir şey yapmaya yeltenemezler. Yeltenecek olurlarsa, onları pişman eder, kollarını kırarız! demişti Değotluk.

Bu büyük kaygı içinde, tek güvendiği kişi olarak, Bibolet’e durumu yazıp bildirmeyi düşündü.

Her an düşündüğü tek kişi de oydu, yaşadığı sıkıntıyı ona da duyurmak istiyordu. Ama aklına gelen her şeyi yazmayı uygun bulmadı, utandı. Sıradan, dostça sözlerle sınırlı bir yazı yazdı. Yazdığı şeyleri bile kendisine fazla bulmaya başladı. Bunları kendi gizli aşkının bir ilanı gibi sanırsa diyerek irkildi. Okudukça her iki yanağı ateş gibi kızararak mektubu bir hafta koynunda taşıdı.

Sonunda mektubu postaya vermesi için Değotluk ile gönderdikten sonra, tek umudu Bibolet’den bir yanıt almaya kalmıştı. Biricik sevdiği bu yazdıklarının anlamını kavrar ve gerekli yanıtı verirse, işte o zaman kendisine bir korunma gücü kazandırmış olacaktı. Gönderdiği mektubu Bibolet’in okuyup bir yanıt göndermesini  düşünüp dururken, öteki kaygılarını bir yana atmıştı. Değotluk’un her gelişinde ya da bahçeleri önünden her geçişinde umutlanıyor, soluğu kesiliyor, mektubu getiriyor olabilir diye ona doğru koşuyordu. Ancak her seferinde düş kırıklığı ile karşılaşıyordu. Umutları bir anda yok oluyor, karamsarlık ve umutsuzluk içini kaplıyor,  beti benzi atmış atmış halde geri dönüyordu. Ateşin kavurup buruşturduğu bir yaprak gibi büzülüyor, şakası ve sevinci uçup gidiyordu.

Bir ay geçti ama Bibolet’den bir mektup gelmedi. İki ay, üç ay geçti. Artık umudu kalmamıştı. Umuttan daha çok, umutsuzluk ve incinme duyguları kaplamıştı içini. O mektubu yazmış olduğuna pişman oldu. İçinde Bibolet’e karşı da bir güvensizlik oluşmaya başladı. Yine de Bibolet’e karşı olan umutları tam yok olmamıştı, zaten içinde  tek umut olarak sevdiği kişi kalmıştı.

…Birgün, Değotluk, isterse, kendisini rayon (ilçe) merkezinde yapılacak olan özerklik kutlamalarına (автоном джэгу)  Mıhamet ile birlikte götürebileceklerini söyledi. Ardından olayı kendi bilmiyormuş gibi davranarak eklemede bulundu:
- Orada Bibolet ile de karşılaşabiliriz!. .
- O niçin rayona gelecekmiş, Moskova’da değil mi o?
- Hayır, Bibolet’in şu sıralar Krasnodar’da (…) bulunduğunu duydum. Öyle de olmalı, çünkü şu sıralar okullar kapalı, yaz tatili. Duyduğum doğruysa ve Bibolet Krasnodar’daysa kutlamalara gelir. Ben de onu görmek istiyorum, iyi bir genç o!

Nafset, sevinci, kızgınlığı, umudu, umutsuzluğu, hepsi bir arada, çok şeyi düşünerek ve çok şeyi de anımsayarak, sessizce durduğu yerde dikiliyordu.

(…) Krasnodar- O sıralar, 1936 yılına değin Adigey’in idari merkezi idi. -HCY

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son