XII.
DÜŞMANIN AYAK İZİ (ПЫИМ ИЛЪЭУЖ)
2
Cuma sabahı erken saatte, köy halkı, komsomalların söylediği
yüksek sesli şarkılarla uyandı. Köylüler,
daha önceleri, bir grup erkeğin karışık bir halde veridade (оридадэ)
(*) söylediğini duymuşlardı ama Adigeler şimdiki gibi insanların
şarkılar söyleyerek cadde boyunca yürüdüklerini hiç görmemişlerdi.
Ayrıca böyle sabahın köründe şarkı söylenmesi de tuhaf
karşılanmıştı köyde.
Gecenin sessizliğini delen şarkı sesleri köyü bir baştan öbür başa
arşınlayıp kıra doğru yönelmişti. Uzaktan gelen bu şarkı sesleri
üzerine, gece elbiseleri üzerlerinde olmak üzere, korkmuş haldeki
kadınlar da dışarı fırlamış şarkıları dinleyip duruyorlardı. Daha
sonraları o günü her anımsadıklarında, derinlere dalıp aralarında
konuşuyorlardı o günü. Komsomolun ad içmesi ne denli önemli
idiyse, bu sabah yaptıkları bu iş de o denli önemliydi, bunu
söyledikleri şarkılarından da anlamak olanaklıydı. Bu durum
köydeki emekçileri derinden düşündürmüştü. Yeni dünyaya karşıt
olanlar, iç savaş (**) sırasında köyün kıyısından geçen Kızılordu
birliklerinin söylemekte oldukları marşları anımsayıp ürkmüş,
komsomolun söylediği şarkılar karşısında da korkuya kapılmışlardı.
Komsomol örgütünün (hücresinin) on beş üyesi vardı. Amdehan’ın
buğdayını biçmeye gelen sayısı ise öndörttü. Alıy gelmemişti.
Amdehan ise biraz gecikmiş, biraz da yiyecek taşıyarak Mıhamet ile
birlikte gelmişti.
Gençler tarlaya dağılmış buğdayı biçtiği, güneşin de hayli
yükseldiği bir sırada Aliy’de geldi. ”Bir hektarlık (on dönüm)
buğday için on beş kişiyi gece yarısı boşuna kalkıyorsunuz!”
diyerek, topluluğa karıştı. Diğerlerinden hiçbiri ona bir yanıt
vermedi. Sadece birer soğuk bakış yöneltmekle yetindiler.
- Verin tırpanı bana, buğday biçmek istiyorum, bağ yapmakla
uğraşamayacağım, dedi Alıy, T’ıhuts’ık’u’ya dönerek.
- Sana tırpanımı vermem için bana ne gibi bir iyiliğin oldu ki.
Bizimle birlikte gelmemişsin, şimdi aramıza katılmasan da olurdu.
Sen olmazsan da biz bu işi bitiririz! diyerek kınamada bulundu yan
bakarak T’ıhuts’ık’u.
- Alıy, öyle bizim gibi eğilip buğday bağı yapacak olursa,
Alıko’nun kızları yüz vermezler sonra ona, dedi Ahmed de,
önemsemeyerek ve bakmaya bile gerek görmeyerek.
- Eğer istemiyorsanız aranıza katılmam! Diyerek güneşin yakıcılığı
geçene değin buğday demetlerinin üzerinde oturdu. İş bitirilirken
de biraz çalışır gibi yaptı.
Buğdayı üç kişi biçiyordu. Tırpancıların başında Mıhamet vardı.
T’ıhuts’ık’u onu izliyordu. Ahmed ise en arkadaydı. Mıhamet güçlü
kolları ve geniş omuzları ile, bana mısın demeden, tırpanına huaşt
(хъуашт) dedirterek buğdayı biçiyordu. T’ıhuts’ık’u bir yandan
Mıhamet’e yetişmek istiyor, bir yandan da gerisindeki Ahmed
tarafından sıkıştırılıyor, buğdayları sağa sola dağıtıyor,
yüzünden ve burnundan adeta ter boşanıyordu. Konuşmak için can
atıp durduğunda ve tırpanına dayanacak gibi olduğunda, gerisindeki
Ahmed bağırıyordu:
- Topuğunu kesmek üzereyim, çabuk ol! Yoksa Mıhamet’i kaçıracağız.
Değotluk buğdayları bağ yapanların içindeydi.
Değotluk son demetini götürüp yanlarından geçerken, T’ıhuts’ık’u,
tutuşmuş gibi kıpkırmızı olmuştu, gömleği terden sırılsıklam
kesilmiş ve vücuduna yapışmıştı, zar zor da soluyabiliyordu, hemen
dikilip yalvardı:
- Değotluk, Allah ve Peygamber aşkına yalvarırım, işimi
bitirmemden önce bir kez olsun konuşmama izin verin.
- Vay, vay, ayağını kesmek üzereyim! Tırpan vuracaksan vur, tırpan
çekmeyeceksen arkama geç, diye kızdı Ahmed.
- Yahu, bu küçücük zavallıyı, siz iki iri kıyım, aranıza almış
sıkıştırıyorsunuz, çatlatacaksınız çocuğu! Tırpan nedeniyle olmasa
bile, konuşturmayarak çatlatacaksınız onu. Mıhamet hele bir dur!
dedi gülümseyerek Değotluk.
- Artık bundan sonra Mıhamet ile Ahmed arasında tırpan çekmeye hiç
kalkışmam. Bugünkü gibi zor bir duruma düşmemiştim hiç. Ama
bugünkü gibi sevinçli çalıştığım bir günüm olmadı hiç. Aklıma bir
şey geldi, söylememe izin tanıyın.
- Söyle bakalım.
-mBiz komsomollar böyle birlikte çalışmak için bir komün
oluşturalım. Bu sözünün nasıl karşılanacağını, bir “fantezi”
(hayal) sayılıp sayılmayacağını, alaya alınıp alınmayacağını
bilemeden, T’ıhuts’ık’u bir süre bekledi.
Değotluk bu söyleneni ilgiyle karşılıyormuş gibi başını kaldırıp
uzun uzun T’ıhuts’ık’u’ya baktı. Değotluk’u etkilemişti. Tütün
kesesini çıkarıp bir bağ demetinin üzerine oturdu. Tütününü
sarıyordu, hiçbir şey de söylemeden bir süre oturdu ve sonra ciddi
ciddi konuştu:
- Fena bir şey değil bu düşündüğün…
Ancak sözünü bitirmesine fırsat tanımadan T’ıhuts’ık’u sözü
yeniden kaptı.
- Düşünün bakalım bu söylediğim içindeki yararlı şeyi:”Şecerıy (Щэджэрый)
köyü komsomol örgütü bir komüne dönüştü. Kültürel ekonomi alanında
öncü görevler üstleniyorlar, emekçilere örnek oluyorlar, biçiminde
“Pravda” gazetesinde bizden söz edildiğini bir düşünün. Merkezden
gözlemciler geliyor. Haberler Stalin’e bile ulaşıyor. Düşünün, bu
büyük ve yerinde özlemi! (прямо мировая идея!). Komsomolun
makineleri art arda sıralanmış, atları rakipsiz, yoksullara
yardıma koşuyor, isteyenleri de saflarına alıyor-pedumay tol’ko…
Pryamo kul’minatsiya!- gibisine özlemini duyduğu şeyleri saymaya
başlamıştı T’ıhuts’ık’u.
- Hele bir dur… Çatlayacaksın, soluyup bir nefes al önce, onca
şeyi sıralamaya da kalkışma, diye durdurdu Değotluk onu. ”Evet,
fena bir şey sayılmaz bu düşüncelerin, çok beğendim. Ancak, bu
senin söylediğin kadar kolay olsa bu işler. Çok iş, çok uğraş
gerekir bu iş için. Komsomolların aileleri nasıl karşılayacak
bütün bu şeyleri? Atları, makineları nereden bulacağız? Ailelerini
dinlemeyip komünümüze katılacak kaç komsomol çıkar ki aramızdan?
Behuko grubunun pençesinden kurtarıp onca köylüyü bizim komsomol
örgütümüzün yanına çekmek için yaptığımız çalışmalar bile çok
yetersiz… Bunun için uzun erimli bir mücadele yürütmemiz
gerekiyor, diyerek konuştu Değotluk cıgarasını tüttürürken.
Buğday bağı yapma işini bırakıp konuşmalara dalmış olan kişiler,
bağ işine devam edenlerin bağırmalarına değin konuşup
oturmuşlardı…
Akşama doğru buğdayların bağlanıp öbek öbek tarlaya yığılması işi
tamamlanmıştı. Amdehan içten bir teşekkür konuşması yaptı,
ardından gençler iş şarkıları söyleyerek köye doğru yola çıktılar.
Ara sıra başlarını geriye çevirip buğday yığınlarına, işi başarmış
olmanın sevinciyle bakıp uzaklaşmışlardı.
Köye iyice yaklaşmışlardı. T’ıhuts’ık’u konuşmaya doymuş gibiydi,
başını geriye çevirip baktığında, Amdehan’ın tarlasının üzerinden
beş duman sütununun döne döne göğe doğru yükselmekte olduğunu
gördü. Duman sütunlarına abanmak istiyorlarmış gibi kıvılcımlar da
göğe doğru hücum ediyorlardı.
- Baksanıza bir! diyerek, korkmuş gibi, yerinde koşuşarak bağırdı
T’ıhuts’ık’u.
Geriye bir baktıklarında yerlerinde donup kaldılar. Duman
sütunları yayılarak Amdehan’ın tarlasını kaplamak üzereydi.
- Yandım Allah’ım! dedi Amdehan, hepsinden önce kendine gelerek.
Aynı sırada, hiçbiri hiçbir şey demeden vargüçleriyle tarlaya
doğru koşmaya başladılar. Mıhamet iri adımlarıyla, güneşe karşı
parıldayan tırpanı sırtında hepsinin öne geçmiş koşuyordu…
Amdehan’ın tarlasına yakın baltalık ormana bitişik beş dönümlük
alandaki buğday yığınları tutuşmuşlardı. Söndürmek için artık çok
geç idi. Geride sağlam kalmış yığınların karşına geçip bir süre
baktılar.
Çok geçmeden Değotluk aralarından çıktı:
- On kişi beni izlesin, diğerleri burada kalıp yanmamış yığınları
koruma altına alsınlar! Değotluk on kişi ile birlikte dikenli
ormana daldı. Ormanı karış karış taradılar. Akşamın karanlığında
mısır tarlasından geçen yolu izleyen bir atlının köye doğru
doludizgin kaçmakta olduğunu duydu Değotluk. Peşinden koşup birkaç
kez bağırdı, birkaç kez de tabancayla ateş etti, ama atlı durmadı…
Ertesi sabah kuduz köpek köyü basmışçasına, köy bu tatsız haberle
çalkalandı: ”Komsomollar Amdehan’ın bir hektar buğdayını kaldırmak
için gittiler, ama tarlayı ateşe verip döndüler”. Har gür içinde,
birinin söylediğine ötekisi eklemede bulunarak sevimsiz
dedikodular köyü çalkalayıp duruyordu. ”Çalışmasını bilmeyen,
başıboş köyde dolanıp duran bir sürü serseri bir araya gelip ürün
kaldırılabilir mi hiç! Zavallı dul kadını yiyeceksiz bıraktılar”.
”Bu grup köyde kaldığı sürece, köyde huzur diye bir şey olmaz!”.
”İş bir hektar buğdayla kalsa öpüp de başına koy, koca camiyi
ateşe vermeyi aralarında planladıkları da söyleniyor…”
Karalama kampanyası birilerince planlı bir biçimde
pompalanmaktaydı. Büyük cami avlusunda oturan yaşlılar arasındaki
Behuko Hacı da yeni haberler salmakta gecikmiyordu:”Buğdayın
yakılmış olmasını hiç garipsemeyin, bu üç beyaz tavşanın (***)
bulunduğu köyün batmamış olması da bir şans! Zavallı dul kadını
buğdaysız bıraktılar… Yaşlı başlı kişiler olarak bu durumu ele
alalım, kadına yardımcı olalım, yardımcı olmazsak günah işlemiş
oluruz…”
Ardından Hacı sokakta Amdehan ile karşılaştığında onu durdurdu,
hiç adeti olmadığı halde, çok yumuşak ve tatlı bir dille konuştu:
- Başına gelen bu felaket nedeniyle çok üzüldüm. Ne olursan ol,
sonunda bir kadınsın, bir başınasın. Bu başıbozuk çocuklara
güvenip buğdayını yaktırmamalıydın. Çuval alıp gel, sana bir çuval
buğday vereyim. Konuştuğum diğer yaşlı başlı kişiler de senden
yardımlarını esirgemeyeceklerini söylediler.
Amdehan Hacı’ya bakmadan, kalın kaşlarını sertçe çattı, dikkatle
onu dinledi, ardından yanıtını açıkça bildirdi:
- Hacı, senin gibi kişilerin yardımları ile tatlı sözlerinin
arkasından iyi bir şey çıkmayacağını biliyorum. Senin acıma duygun
ve yaptığın şeyler tuzak içerir! Diyerek hızla uzaklaşıp gitti
Amdehan.
Hacı çok kızdı, ağzı köpürmüştü, çenesi zangırdıyordu, yolunu
şaşırmış halde, ağzına gelen küfrü Amdehan’ın ardından boşaltarak
yoluna devam etti.
Yangını çıkaran grubu biliyordu Değotluk. ”Ancak bunu nasıl ortaya
çıkarır, nasıl kanıtlarım (яумысык1э амал) diye düşünüyordu. Bu
zorlu görevin altından nasıl kalkacağını düşünerek, bütün bir
geceyi uykusuz geçirdi. Sabahleyin erkenden Ahmed’i de yanına alıp
Amdehan’ın tarlasının bitişiğindeki dikenli ormana gitti.
Aranırlarken at bağlanmış olan bir yer ve üzerinde at dışkıları (шы
цуяк1э) buldular. Atın yanında birinin yere uzanıp yatmış olduğunu
da anladılar. Yerde yatan kişi sağlam bir kuru dalı ustaca,
sarmal (spiral) biçimde yontmuştu, yongaları da yerdeydi, adamın
keskin bir bıçak kullandığı, bu işi ustaca ve sarmal biçim vererek
yaptığı ortadaydı.
“Kim ki bu köyde böyle ağaç yontan kişi?” diye düşünürken, otlar
arasında bir at bukağısı (köstek;щэлъахъэ) buldular. Bukağıyı
kaldırıp baktılar: Sıradan olmayan, at eğer takımına özenen birine
göre değilse de, yine de iyi bir bukağıydı…
Başkaca bir suç aleti bulamadan Değotluk ile Ahmed geri döndüler.
Bir iki gün sonra, Değotluk köyde bir toplantı yaptı. Buğdayın
hangi biçimde yakıldığını, bunun düşmanca bir sabotaj olduğunu
herkese kavrattı. Köydeki emekçilerin dikkatli olmalarını,
kendileri için tuzaklar kuran köydeki düşmanların belirlenmeleri
için Sovyet iktidarına yardımcı olmalarını istedi. ”Olayı gören,
bize yardımcı olmak isteyen var mı?” diye sordu. Kimse bir şey
demeyince, kuşkulandıkları birileri varsa, komsomol hücresine
bildirmeleri ricasında bulundu. Ardından Amdehan’a verilen zararın
komsomollar tarafından karşılanacağı kararını aldıklarını da
açıkladı. Ancak buldukları at bukağısı ile sarmal yontulmuş ağaç
dalı konusundan hiç söz etmedi ve gizli tuttu.
DİPNOTLAR:
(*) Veridade-Kız
kaçırıp getirme, düğün, vb durumlarda gençlerin birlikte, çok
sesli ve korolar halinde söyledikleri türkülere verilen ad. -HCY
(**) İç savaş-1919-1921 yılları arasında Bolşevik olan
kızıllarla, karşıdevrimci beyazlar arasında süren ve Bolşeviklerin
zaferiyle sonuçlanan savaş. -HCY
(***) Beyaz tavşanlar- “Uğursuz korkaklar” anlamında. -HCY |