VI. ESKİ DÜNYA YOLU ÜZERİNDE
BİR GECE YOLCULUĞU -1
Felaket, beklenmedik bir anda, ansızın, Nafset'in üzerine
gelmişti. Son dönemde başına kötü bir şey gelmesinden iyice
korkmaya başlamıştı. Böylesine kötü bir şeyin başına gelmesi
için geçerli bir neden göremiyor, bunun insanca bir davranış
olamayacağını da biliyordu. Ancak karşısına çıkan İsmahil'in
kötülükten kaçınmayacak biri olduğunu da biliyordu.
Ancak Özerklik Bayramı sırasında karşılaşmış olduğu durum, üzüntü,
bu korkusunu geri plana itmişti. Umudu ve kendisini bir kuş gibi
kanatlandırıp uçurmakta olan tüm sevinci bir anda yok olup
gitmişti. Güzel Rus kadınını Bibolet'in yanında görünce, Nafset
durumun umutsuz oluğunu anlamıştı. Mektubuna bir yanıt
gelmemesinin nedenini de anlamıştı Nafset…
Dünyası kararmış, gözü dansları (gegu) ve hiçbir şeyi göremez
olmuştu. Dansının ardından, inadına inat bir süre oyun yerinde
kalmış, dayanamaz olunca da çıkıp gitmişti. Bir an önce evine
dönmek istemiş, bildiğimiz gibi ağlar yakar evine götürtmüştü
kendisini.
Dönüş yolu ne kadar sürmüştü, yakın mıydı uzak mıydı ayırtına bile
varmamıştı. Sanki zaman durmuştu Nafset için. Üzüntü, kaygı ve
utanç, bunların her biri birer ateş olup tutuşmuştu içinde. Bir
tek aşkı, birçok anılarla sarılmış halde aklını almış başucunda
dolanıp duruyordu. ”Delice umutlara kapılmıştı. Yalancı bir özlem
duymuş, bir rüya görmüştü.
Kendisine göre üstün olan birine vurulmuş, elde edemeyeceği bir
istekte bulunmuştu. Bibolet’in içinde bulunduğu eğitimli
kadınlarla kendisi hiç boy ölçüşebilir miydi!Dengi olmadığı birini
istemiş diye, Bibolet’i suçlamak olur muydu. Mektubu okuyup “Kız
delice bir umuda kapılmış anlaşılan” diye gülüp mektubu da bir
köşeye atmış olmalıydı. Üzmemek için yanıt bile vermemişti
muhakkak . Peki suçlayabilir miydi onu bunun için? Aşk ölçülemez
değerde (псэ уас), çok özel, kim verir ki aşkını sana, acıyıp da?
Bu işte Bibolet’in hiçbir kusuru olamaz. Nafset’in kendi, özlemini
duyduğu insanca bir yaşama, Bibolet’e ulaşmak için ne yapmıştı ki?
Canından çok sevdiği o çocuğa yaraşır biri olmak için ne yapmıştı
ki!Kimseyi dinlemeden okumak için okula gitmesi gerektiğini
söyleyen Değotluk gibi bir dostu bile dinlememiş ve işin önemini
anlayamamıştı. Komsomola katılmayı istiyordu, ama ilk kadın olarak
o ilk adımı atmayı göze alamamıştı. Bibolet’in isteyeceği kız,
böylesine gevşek davranacak bir kızın budalaca sevgisi olamazdı.
Bibolet gibi birini isteyen ve özleyecek kız sayısı az
olmamalıydı…”
Baba evi, kendisine doğup büyüdüğü ev gibi gelmiyor, boş, soğuk ve
yabancı bir yer gibi geliyordu artık. Yaşadığı ortamı, uğraşları,
alıştığı şeyleri, bahçeyi, dahası dedesinin küçük bahçesini,
bunların hepsi birer kötü karabasanmışlar gibi tatsız geliyordu.
Bibolet’i düşünmek, sözünü bile etmek istemiyordu. Ama Bibolet’siz
bir şey de yavan geliyordu ona. Kendisine daha iyi, daha lüks bir
yaşam sunacak birilerini aramamıştı ki hiç. Evlenmek amacıyla tek
bir başka erkeğe olsun bakmamıştı. Şayet bakmış olsaydı, istediği
gibi biri olmasa da, razı geleceği birini bulabilirdi. İdeal bir
evlilik yapmamış olsa bile, birileri ile geçinmesini bilen kadın
az mıydı?
Öyle ama Nafset’in aşkı başka bir temel üzerinde kuruluydu. Yeni
bir yaşam ve insan olmanın bilinci vardı onda, bütün özlem ve
düşünceleri Bibolet’le sarılıp gitmişti. Sezdiği ama ne olduğunu
bilmediği örnek insan tipini Bibolet de bulmuştu. Kafese
kapatılmış halde güneş ışığına hasret bir kuş gibi, kendi de eski
Adige geleneklerinin demirden dar kafesine tıkılmış durumdaydı.
Gerçek insanlığı özlüyor, bu yeni dünyaya uyanan insanların
bilincinin yüksek ve özgür olduğunu ilgiyle izliyordu. Özlemini
çektiği şeyleri bir arada, insanca ve yücelerde uçar bir halde
Bibolet de buluyordu. Kendisine özgürce kanatlanma bilincini ilk
kez aşılayan kişi de Bibolet idi.
Bu konuda kendisine ilk yardım sözünü veren de oydu. Umudu ve
özlemi o olmuştu artık. Ona verdiği değer, özlemle birlikte,
farkında olmadan kalbi onunla kaplanmıştı. Derin bir aşka
yakalanmış kişilerin tutkusuyla sevmişti Bibolet’i. Paylaşmayı
benimseyen bir yaşam ve tek bir aşk yerleşmişti yüreğinde.
Nafset’in kendi bile bu başına gelenin tam anlamıyla farkında
değildi. Bu ayrımın bilincine varmış olsa bile, artık o durumu
benimsemesi düşünülemezdi. Aşka ihanet etmeyecekti, aşkı yüce bir
değer sayan kişi, aşktan korkardı kural gereği. Nafset, içinde
yerleşmiş olan Biblet’e ilişkin duygularına bir ad vermekten
çekiniyordu. Ancak farkında olmadan aşkı, düşüncesi, sevinci, tasa
ve kaygıları hep Bibolet olup çıkmıştı. Farkında olmadan Bibolet
kalbine yapışmış, onun bir parçası olmuştu. Şimdi onu yapıştığı bu
yerden söküp atmanın zamanı gelmişti.
Bir kalp yarası almış, yemez içmez olmuştu. Annesi de üzüntü
içinde, gözlerinden hoşnutsuzluğu okunarak, kaygılı bakışlarla
kendisini izliyordu. Sıtmaya, kızamığa yakalanmış gibi iki gün iki
gece geçirmişti Nafset…
Yorgun ve bıkkın halde gece yarısına doğru derin bir uykuya
dalmıştı. Çat (гъуаргу) diye yankılanan büyük bir sesle uyanmış
korkuyla divanına oturmuştu. Korkulu bir rüya mı görmüşüm yoksa
diyerek, yarı uykulu bir süre oturdu.
Annesi yer yatağında yatıyordu. Korkmuş halde, ”Kimdir o? Kimdir
o? ” diye bir süre sorup durdu, ardından çığlık attı. O anda bir
sürüklenme, bir gürültü ve sesi evin içinden yükseldi. Biri bir
kibrit yakıp hemen söndürdü. Bu kısa aydınlanma anında Nafset,
gece kıyafetli annesinin iki adama yapışmış, onlarla boğuşmakta
olduğunu gördü. Adamların elinden kurtulma hamleleri yapıp kendini
kızının yattığı divana doğru atmaya çalışıyordu annesi. Bunu görür
görmez Nafset de çığlığı bastı, divandan atlayıp annesine yardıma
koştu. Ancak divandan atlar atlamaz iki kaba ve soğuk el
tarafından yakalanıp götürülmeye başlandı. Bunu izleyen birkaç
dakika içinde ne olup olmadığını kendi de anlayamamıştı.
Ümitsizlik, bağırma, çığlık ve ısırma, tüm bu çırpınışların
hepsini yaşamıştı Nafset…
Evden alınıp arabaya atılıncaya değin, Nafset, kurtulmak için
çırpınışlarını sürdürmüştü. Aklı başından gitmişti. Kendine
gelince yeniden bağırmaya başladı ama ağzı mendille kapatılmıştı.
Yamçıyla iyice sarılıp arabaya bindirildiğinde, çırpınmanın artık
bir işe yaramayacağını anlayıp sessizleşmişti. At yaralanıp
arabadan indirildiğinde de direnmedi. Ağzını tutan kişi elini bir
çekse diyor, ağzındaki tıkacı atıp bağırmak için fırsat
kolluyordu. Ama ağzını bastıran el hiç fırsat tanımıyordu. Şimdi
olup biteni daha iyi anlamıştı.
Artık içine düşmüş olduğu bu beladan akıllıca bir planla,
serinkanlılıkla kurtulmanın yolunu düşünmeye başladı. Başında
sanki bir fırın dolusu ateş yanıyordu, ama acemice davranışlardan
kaçınıyordu. Bağırıp çağırmanın ve umutsuzca çırpınışların bir işe
yaramayacağını anlamıştı. İçine düştüğü bu beladan ancak akıllı ve
kararlı bir planla çıkabilirdi. Ağzındaki mendili bastıran elin
gevşemesini sabırla bekliyordu. ”Gerekli kararlılığı şimdi
göstermezsen, hiçbir zaman gösteremezsin. Dikkatli ol, işi
bilinçli olarak yap. Yılgınlık gösterme. Bu adi kişilerin önünde
gözyaşı dökme, komsomol olmak istiyorsan şimdi tam sırası!”
diyerek kendi kendisine moral veriyordu. ”Ne kadar da uzağa
taşıyorlardı onu, sonu yok muydu bu gidişin? Koca köyde kimse
kalmamış mı, ne diye birileri karşılarına çıkmıyordu? Niye
kendisine yardım edecek biri yoktu? Koca köyde sadece köpekler mi
kalmışlardı?”
Peşlerini sadece havlayan köpekler izlemekteydi, sadece havlama
seslerini duyuyordu. ”Kendini götüren de köpek miydi acaba? Sesini
gizleyen, soluk soluğa düşmüş halde kendisini taşıyan ve sadece
soluma sesini duyduğu bu kişi de bir köpek olabilir miydi?
Köpeklerin arasına düşmüştü anlaşılan!Hemen saldırıp kendisini
paramparça edebilirlerdi!. . ”Nafset’in morali bir bozuluyor,
birkaç dakika içinde kararlı tutumundan vazgeçiyor, kımıldamaya
başlıyordu. Bastırarak ve acıtarak kendisini sıkı sıkı tutmaya
başlıyorlardı o zaman. O kaba el, soluk alamayacak bir biçimde
ağzını burnunu iyice kapatıyordu. Nafset adamı ısırmak istiyordu
ama mendil azını kapatıyordu…
Derken bahçenin birine girip durdular. ”Kimin bahçesi bu? Tuğla
evi var”…Evi tanıyamadı.
- Şu eski eve götürün, diye fısıldadı biri.
Eğilerek kızı küçük bir kapıdan içeriye aldılar. İçeride pişmiş
sıcak ekmek ve hamur suyu (тэджэпс) kokuları vardı.
Karanlıktan fısıltılar ve döşemeye sürtünen ayak sesleri
geliyordu. Erkek sesleri arasına bir kadın sesi de eklenmişti.
- Bir entari giydirin, diyen İsmahil’in fısıltılı sesini duymuştu
Nafset.
Kapıyı açıp kapadılar. Ardından sesler kesildi. Ancak kapının
yanında bir kıpırtı duydu, biri kalmıştı içeride. Biraz sonra kapı
açıldı, yeniden bir fısıldaşma duydu Nafset. Kapı yeniden
kapatıldı. Pencerelerin de dışarıdan iyice kapatıldığını duydu.
Birine ait yumuşak bir ayakkabı sesini duydu, ses kapıya doğru
geldi, içeri girdi ve bir kibrit yaktı. Bir kadındı. Nafset
tanımıştı Şıvmıl’ Hacret’in karısı Hanıy’ı (Хъаный).
Hanıy idare lambasını yaktı, bir sandığın üzerine koydu. Odada
büyük bir Rus fırını vardı, ayrıca çuvallar ve fıçılar da vardı.
Terk ettikleri eski evleri olmalıydı burası. Nafset bütün bunları
öğrenmiş, akla uygun bir çıkış yolu, bir fırsat araştırıyordu.
Hanıy lambayı yakıp hemen Nafset’in yanına geldi.
- A benim güzel Nafset’im, korktun mu? Korkma güzelim. Senin
iyiliğini düşünerek seni aldılar, kötülük düşünüyor değiller.
İsmahil gibi bir genci böyle yapmak zorunda bıraktığın için sen de
kusurlusun. Bir işareti ile onunla evlenmeyecek bir kız var mı
koca köyde…İstersen senin için canını bile vermeye hazır. Korkma.
İşin zor tarafı, gürültü patırtı kısmı bitti, diyerek, yalancıktan
dil döktürmeye, kıza arka çıkıyormuş gibi yapmaya başlamıştı
kadın.
Kaçırılan her kız gibi ağlamaktan Nafset’in gözlerinin şiştiğini
görmeyi bekliyordu Hanıy. Ama Nafset’in gözlerinin korkusuz
olduğunu, sabırlı, akıllı ve öfkeli bakışını da görünce, dilini
ısırdı.
- Çöz beni Hanıy! diye ağlamasız ve yakınmasız, kararlı konuşunca
Nafset, Hanıy’ı bir korkudur aldı. Bir süre donup yerinde kaldı.
Ancak, Nafset’in bu umursamaz tavrını, sonunda kızın da bunu
istediğine ve artık yola gelmiş olduğuna yordu.
- Çok iyi Nafset, böyle olmana sevindim. Fena bir delikanlı değil
İsmahil. Şimdi hemen seni giyindireyim. O, her şeyini sana
vermeye, her şeyi senin için almaya hazır biri. Onun sana
giydireceğini giyecek bir kız bu köye daha gelmemiştir…diyerek
Nafset’i bağlayan deri kayışları sökmeye başladı Hanıy.
Nafset bir şey demeden, bir şeyi düşünüyormuş gibi, Hanıy’ın
verdiği entariyi giydi. Entari bol gelmişti. Annesinin elbisesini
giyen bir kız çocuğu gibi olmuştu, kadını da güldürmüştü. Kendi de
bunun farkına varmıştı. Kıyafetini beğenmeyen bu kadınla
konuşmamak için, üst başını gözden geçiriyormuş gibi yaparken
aklına bir şey geldi. Başka üzüldüğü bir şey yokmuş, biraz da
utanıyormuş gibi yapıp Hanıy’ın kulağına fısıldadı.
- Bak bu başımıza gelene, şu durumda dışarı çıkman olmaz. Burada
yap o işi. Hemen bir leğen getireyim sana.
- Niye olmasın ki!diye fısıldadı kadının kulağına Nafset. Ancak
düzenbaz kadın kuşkulanmış, kanmamıştı.
İki kadın böyle konuşurlarken küçük kapıyı açıp içeriye İsmahil
girdi, girer girmez de kadın konuşmasına son verip dışarı çıktı.
Nafset alelacele, bir çare düşünüyormuş gibi, içeriyi şöyle bir
gözden geçirdi. Fırının arkasında ateşi karıştırmakta kullanılan
kalın bir demir çubuğun bulunduğunu gördü. Bu korku ve niyetle
sopaya doğru yaklaştı, onu entarisi ile kapatıp durdu.
İsmahil içeri girer girmez kapı önünde, bir şey demeden uzunca bir
süre bakıp durdu. Nafset gözlerini ayırmadan, vahşi bir hayvana
bakar gibi, öfke dolu soğuk bir bakışla bakıyordu İsmahil’e.
Birkaç adım atıp önce İsmahil konuştu:
- Nafset, beni ayıplama. Bunu seni sevdiğim için yaptım. Bu
uygunsuz hareketimi bağışla tek, bir daha sana karşı bir yanlışım
olmayacak, bunu göreceksin. Ağlama ve üzülme artık, senin için
canımı vermeye hazırım, diyerek yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştı
kıza doğru İsmahil.
- Ağlamıyor, dövünmüyorum da, görüyorsun!Yanıma gelme, diyerek
Nafset demir sopayı eline aldı. ”Böyle bir işe kalkıştığın zaman,
kalkıştığın işin sonunun nereye varacağını bilmen gerekir. Beni
kirletecek olursan, ağlayıp dövüneceğimi ve sana kalacağımı
sanıyorsan, adanıyorsun. Sana bir eş olmayacağımı bilmelisin
artık. Yaklaşma bana, sınırı geçecek olursan, bir Adige kadınının
hiçbir zaman bir erkeğe yapmadığı şeyi sana yaparım!Elinde demir
sopa, ateş fışkıran gözlerle bakıyordu İsmahil’e.
- Çocuk olma, Nafset. Sen bana hangi gücünle karşı koyabilirsin
ki? Senden daha sert kadınlar da yola geldiler. Kaçacağın bir yer
kalmadı. Birlikte güzel bir yaşam yolu seçersek, en iyisi bu olur,
aramıza kötülüğü sokma. İyi olmazsan, sadece senin yaşamını
Cehenneme çevirmeme neden olursun. Böyle bir duruma düşürme bizi,
iş varacağı yere varsın. Seni neden sevdim bilmiyorum, evlenecek
birini bulamadığımdan seçmiş değilim seni. Aptal olma!diyerek
İsmahil, yavaş yavaş kıza doğru sokulmaya başlamıştı sonunda. |