XII.
DÜŞMANIN AYAK İZİ (ПЫИМ ИЛЪЭУЖ)
Cuma
akşamıydı. Kırda, tarlada çalışmakta olanların evlerine henüz
dönmekte oldukları bir sırada, Değotluk köyü dolaşıp
komsomol grubu (parti gençlik kolu) üyelerine haber verdi:
"Bu akşam
toplanmamız gerekiyor, gecikmeden geliniz. Konuşacağımız konular
son derece gizli, komsomolun okuma odasında toplanamayız, benim
evime gelin".
Toplantı olduğu haberi, kişiden kişiye üyelere gizlice bildirildi.
Tarladan dönüp henüz sofraya oturmuş olan genç, hemen bir
arkadaşını evine davet ediyor ve durumu ona bildiriyor. Gencin
yorgunluğu hemen son buluyor, olup bitenin ne olabileceği kaygısı
içinde içeriye dönüyor. Alelacele bir iki lokma aldıktan sonra,
üstü başı toz toprak, kalpağını başına geçirip evden çıkıyor ve
yola koyuluyor.
Gençler birer gizli gölgeymişler gibi köyün dört bir köşesinden
gelip Değotluk’un kapısının önünde buluştular. Bir şey demeden, ne
gibi bir sorun bulunduğunu bilememenin merak ve kaygısı içinde
evin içine girip oturdular.
Çoğunluk bir araya gelmişti.
Komsomol örgütüne ilk katılmış üç kıdemli kişi de vardı
toplananlar arasında. Behukoların grubunun en zıt bellediği,
birini olsun gördüklerinde salyaları boşanan kudurmuş köpeğe
dönüştükleri ve o denli de nefret ettikleri ve görmeye bile
katlanamadığı bir üç kişiydi bunlar. Kulak (zengin köylü) grubunun
Sovyet karşıtı faaliyetlerinin açığa çıkarılması, bunların yasa
gereği devlete ödemeleri gereken vergileri kaçırmalarına fırsat
verilmemesi, bu kişilerin ırgatlarının da dava açıp emeklerinin
karşılığını almaları gibi oluşumlar hep bu üç kişinin başının
altından çıkıyordu. Zenginler bunu biliyorlardı.
Bu üç kişiyi en çok da imamlar (ефэндыхэр) zıt bellemişlerdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, hocaların bu üç kişiye karşı nefret
ve hınç duymalarının nedenleri vardı. Hocaların foyalarını açığa
çıkarma ve onları etkisizleştirme konusunda bu üçü en yetenekli
olan komsomollar idiler. Sözleri tam yerinden atılmış birer ok
gibi hocaları en zayıf yerlerinden vuruyordu, onların hocalar
aleyhlerinde salmış oldukları alaycı sözler, hocaların
gizli-saklı niyetlerini de ortaya döküyor ve bütün köy önünde alay
konusu olmalarına yol açıyordu. Şişmiş bir koyun kuyruğu gibi
yolda yürüyen bir imam, bu üçünden birini görecek olduğunda, dua
okuyormuş gibi söylenerek, kızmış bir halde yolunu
değiştiriyordu.
Bu üç kişi için hocalar “Yeücüc-meücücler”, Behoko grubu da onlar
için “beyaz tavşanlar” (*), ”Uğursuz suratlar”, ”Rastlarsan yolunu
değiştir”, ”şeytan boynuzu taşıyanlar” diyorlardı.
Ancak bu üç kişinin gerçek adları da vardı: İlki Değotluk,
komsomol hücresinin sekreteri ve köydeki tek komünist; ikincisi
Ahmed, üçüncüsü de T’ıhuts’ık’u (Т1ыхъуц1ык1у;Küçük Koç) idi.
Bu üç kişi değişik karakterde, ama birbirlerini görmeden edemeyen
ve birbirine tutkun gençlerdi.
T’ıhuts’ık’u, kavgacı iri bir koç gibi dolgun ve kalınca
yapılıydı. İçinde saklı olan bütün gücü taşacakmış gibi, bir
sorunla ilgilenmeden ya da bir sorunu ele almadan yerinde
duramayan biriydi. Yorulmak ya da umutsuzluğa düşmek gibi huylar
ona yabancı olan şeylerdi. Sürekli neşeli, kabına sığmayan ve fır
fır sesleri çıkararak sürekli dönen bir topaç (чыны хьакуако)
gibiydi. Kahkahalarına (sürekli gülerdi), ayak tırnağına değin
bütün bedeni de eşlik ediyor gibiydi, kahkahaları başkalarını da
kahkahaya boğardı, böylesine şen şakrak biriydi. Konuşması da
davranışına uygundu. Deli dolu konuşurdu, sözleri arasına Rusça
sözcükler de katar, ateşli ateşli konuşurdu. Derinlemesine değil,
daha çok fantastik (hayali) biçimde konuşmayı yeğlerdi. Şakacı ve
şen şakrak biri idi, ancak verilen görevleri de aksatmaz,
başarıyla tamamlardı. Bir işin peşinde olmadığında ya da
çatışacağı birini bulamadığında, içinden geldiği gibi boşanarak
konuşur ve hayale (fantezi) dalardı: Yapılması gereken şeylerin
planlarını yapar, bunları geleceğin özlemi imiş gibi düşünmeye
başlar, böyle olsaydı, böyle gerçekleşseydi deyip durur ve öylece
yerine otururdu. Rusça ve diğer politik terimleri, her zaman
anlamını bilmese de, sözlerinin arasına katmayı severdi, zayıf bir
yönü yakalandığında, bu yönüyle arkadaşlarınca tefe konurdu.
Behuko grubundan ya da onlardan yana olup Sovyet iktidarına ve
komsomollara diş bileyen kişilerle en fazla karşılaşan ve uğraşan,
en çok da sorun yaratan komsomol T’ıhuts’ık’u idi.
Ahmed ise, bambaşka bir karakterdeydi. Ahmed ile ilk kez
karşılaşan birinin dikkatini çeken şey, gözleri olurdu. Berrak
gökyüzünü andırır biçimde gözleri yem yeşildi ve gözleri ipekten
birer iplik gibi parıldayan siyah kirpiklerle çevrelenmişti.
Durmadan bir şeyi düşünen biriymiş gibiydi, yumuşacık ve kibar bir
görünümü yansıtırdı bu gözler. Kemane/kemençe (пхъэпщынэ;Çerkes
kemençesi, kemanesi) çalıyordu. Kemençesini alıp çalmaya
başladığında, işte o zaman gözleri daha da güzelleşirdi. Dünya
sorunlarından sıyrılıp sıradan bir insan olarak özlemini duyduğu
konulara daldığında ise, kemençesinin hafif ve yumuşak sesini
izleyerek, gözleri hafifçe şehlalaşarak çalgısını çalıp otururdu.
Konuşmayı pek sevmezdi. Kız gibi, özenerek kibar kibar yürür,
yumuşak hareket eder; utangaç ve çekingen bir görünüm yansıtırdı.
Ancak komsomolların önüne birileri kötülüğüne çıkacak olduğunda,
işte o zaman soğuk ve çelikten yapılma sivri bir süngü gibi olur,
onun asla geri adım atmayacak biri olduğu yüz hatlarından hemen
anlaşılırdı. Yiğitliğini gizleyen, az konuşan, ama işini ciddi
biçimde yapan kişilerdendi. Sevdiği kişilere yardım etmede, kötü
kişilere de engel olmada sınır tanımazdı. Ahmed’in ağzından gıdım
gıdım dökülen sözlerinde, daima bir kesinlik ve kararlılık
bulunurdu. T’ıhuts’ık’u ile olduğu gibisine, karşıtları Ahmed’in
karşısına çıkmayı öyle kolay göze alamazlardı. Değotluk’dan
korktukları gibi ondan da korkarlardı. Ahmed, dul annesiyle
birlikte bir başına köy kıyısındaki evinde barınan yoksulun
biriydi. Akşamları, boş iseler, Mıhamet ile Değotluk,
T’ıhuts’ık’u da yanlarına alıp kemanını dinlemek üzere Ahmed’in
yanına giderlerdi…
Ahmed ile T’ıhuts’ık’u, genellikle, diğerleri gelmeden de buluşur
ve otururlardı. T’ıhuts’ık’u, huyu gereği, yerinde duramazdı.
Grubu kuşkucu bir sessizliğe gömüldüğünde ya da konuşacak biri
olmadığında, Değotluk’un kitaplarını karıştırır, ardından
yapılması ve gerçekleştirilmesi gereken işler üzerine kendi
kendine konuşmaya başlardı. Tek tek kitapların hepsini elden
geçirir, kalkar oturur, dururdu.
Evde toplananlar arasında komsomol örgütü üyesi olmayan, ama
kendilerine güvenilen köylülerden Mıhamet ile Amdehan da
vardı. Köydeki iki Rus ırgat genci de komsomol olarak toplantıya
alınmışlardı.
Gündemde görüşülecek üç konu vardı: Amdehan’ın bir hektar (on
dönümlük) buğdayının komsomol örgütü gençler tarafından
kaldırılması; Ramazan ayının yaklaşmış olması nedeniyle de din
karşıtı çalışmaların hızlandırılması; haydutlar ve tütün
kaçakçıları ile mücadele edilmesi.
En çok da din aleyhtarı işlerle komsomolların oruç tutmamaları
konuları üzerinde tartışma çıktı. Din konusuna geçilene değin
sessizce oturmuş olan Mıhamet birden parladı ve konuşmaya
başladı:
- Tanrı konusunun burada ele alınmasına aklım ermiyor. Sovyet
iktidarının önde gelen kişilerinin Tanrının varlığına
inanmadıklarını biliyorum, bunun kendine göre bir nedeni olmalı.
Siz komsomollar, oruç tutmasanız, ”Tanrı yoktur” deseniz bile,
size bir şey diyecek biri değilim. Ancak şimdi, Ramazan ayında,
Tanrının olup olmadığı işini katı bir biçimde tartışmaya açacak
olursanız, o zaman Behuko grubunun arayıp da bulamadığı fırsatı
kendi elinizle onlara vermiş olursunuz. Halkı ayağa kaldırır, sizi
sopalarla köyden kovarlar. Ben oruç yiyemem, Tanrı yoktur da
diyemem, bu iki konuda beni bağışlayın, sizinle aynı görüşü
paylaşmıyorum. Bunun dışında üstüme düşecek bir görev olursa
yapmaya hazırım.
Mıhamet’in konuşmasının ardından tartışma iyice kızıştı. Şimdiye
değin dinsel konulara yeterince el atılmadığını, artık atılması
gerektiğini, din karşıtı mücadelenin ödün verilmeden
hızlandırılması gerektiğini söyleyenler oldu. Bunlardan biri de
T’ıhuts’ık’u idi.
Ancak bu işi en sert bir biçimde savunan, ”korkak tavşan misali
korkakça tutumun terk edilmesini, işi tam ve ödünsüz biçimde ele
almak gerektiğini” savunan biri vardı daha. O da Neğocıko Alıy
(Нэгъоджыкъо Алый) idi. Belinden kemerle bağlanmış külodu vardı,
Buhara işi kalpağını ise tulum misali başına geçirmişti. Verk (оркъ;soylu)
soyundan bir aileye mensuptu ama yoksul aile (беднякыц1э) durumuna
düşmüş bir çocuk olarak biliniyordu. ”Adige delikanlısı” gibi
yiğit biri olarak görünme peşindeydi, nerede olursa olsun daima
öne, üste çıkmak isteyen biriymiş gibi görünürdü. Silahını
yanından hiç ayırmaz, konuşmasının iyi anlaşılması için, geriye
bakınıp sık sık sözlerini bastıra bastıra yinelerdi. Köydeki
“varlıklı” ailelerin kızlarını ziyaret ederdi, bu arada adı iyi
anılmayan kişilerle birlikte görünmekten kaçınırdı. Komsomol
toplantılarında da sert konuşanların en başında gelirdi. Ancak,
yine de tam olarak neyi savunmakta olduğu da, bir türlü
anlaşılamıyordu. Hemen her oturumda, komsomollar içindeki üç
kişiye, en çok da Değotluk’a, belli etmeden karşı tavır koyardı.
Değotluk, bir süreden beri Alıy’ın iyi niyetli biri olup olmadığı
konusunda kuşkulanmaya başlamıştı. Değotluk, onu komsomola
aldığına pişman olmuştu. Katılma öncesinde, yaman bir eylemci gibi
bir duruş sergilemişti, komsomolları da aşan bir etkinlik
gösteriyordu, bu nedenle de örgüte alınmıştı. Behuko grubu, o
sıralar Ali’yi “Komünist oldu”, ”gavur oldu” diye en sert biçimde
ve aralıksız kınamaktaydı. Ancak onca gürültü koparan o
insanlardan bazılarının Alıy ile ilişkilerini kesmediklerini,
Alıy’ın tenha ve sapa köşelerde o tür kişilerle buluştuğu birkaç
kez Değotluk’un gözüne ilişmişti. Ayrıca en çok mermi isteyen kişi
de oydu, tüfekli olarak bir yere gönderildiğinde, en çok ateş açan
ve mermi yakan da oydu, bu gibi nedenlerle Alıy, Değotluk’un
üzerinde bir kuşku ve güvensizlik yaratmaya başlamıştı. Değotluk,
komsomola katılışı sonrasında, Alıy’ın en sert konuşan, ama sıra
iş yapmaya geldiğinde kaytaran biri olduğunu da fark etmişti.
Şimdi, Alıy’ın yumruğunu sıkmış ve ciddi bir tavır takınmış olarak
konuşmakta olması, Değotluk’un ilgisini çekmişti. Aslında
konuşmayı dinlemekten çok, Alıy’ı ve davranışlarını izliyordu.
İnce belli idi, yakası düğmelenmişti, suratında uğursuzca
görünümde bir buruşukluk vardı; ağzının iki yanından tükürük ve
köpüklü salyalar dökülüyordu. İki göz çukurundan onun ne
düşündüğünü kestirmek de olanaksızdı. Sinsi bir kedi gibi,
gözlerinden yansıyacak gizli niyetini saklamak için olmalı,
gözlerini sürekli kaçırıyordu…
Sözü Değotluk aldı. Alıy konusundaki kuşkusunu içinde saklayarak,
sakin olarak, ama kararlı ve açık biçimde, gözlerini de Alıy’den
ayırmayarak, her bir sözünde Alıy’e gizli bir dokundurma da
yaparak konuştu. Mıhamet’in görüşüne katıldığını belirtti. Din
konusunun öyle bir iki çalışmayla çözümlenemeyeceğini, insanların
yüzyıllardan beri katı biçimde bir inanca bağlanmış olarak
yaşamakta olduklarını, insanlar arasında öbür dünya (ahret)
korkusu bulunduğunu, kalbinde kesin bir Tanrı inancı olan onca
köylünün, bir çırpıda inancından vazgeçmeyeceğini uzun uzadıya
anlattı.
- Bilinçlendirme yapılmalı ve insanın Tanrıya el açmadan yaşamını
kendisinin düzenleyebileceği üst bir düzeye erişmek gerekir.
Politik bilinç o düzeye çıktığında, yalvarsan bile o insanları
artık bir dinin peşinde koşturamazsın. Bizler bugüne değin dini
önemsemedik, bu konuda emekçi insanlara yönelik ciddi bir
aydınlatıcı çalışma yapmadık. Mıhamet gibi bizi destekleyen
gençlerin şimdiye değin dine bağlı kalmış olmaları, onların değil
bizim bir kusurumuz. Ancak sürdüreceğimiz çalışma konusunda
dayatma yapmak ve bizi zorlamak isteyen, komsomolu daha hızlı
eyleme çağıran, emekçi insanların kalplerinde kalıcı bir yer
edinmiş olan dine karşı sert ve delice bir savaş açmak isteyenler
de var aramızda. Onlar Behuko grubunun tam da istediği gibi
konuşuyorlar. Bunu söyleyen, bunu bilerek söylüyorsa, o bir
kışkırtıcıdır! diyerek Değotluk, Alıy’e baktı ve sözlerini
tamamladı.
Bu konuşma üzerine Alıy’ın görüşüne katılmakta olan iki üç kişi de
susup oturdu. T’ıhuts’ık’u, yanlış davrandığını hemen kavradı ve
yola geldi. Alıy ise rengi atmış biçimde söze karışıp bağırdı:
- Sen mücadeleden kaç istersen, ama senin gibi kaçmak
istemeyenleri kışkırtıcı olarak gösteremezsin! Ancak, eto ne
poydet! Kim haklı imiş kim değilmiş, çok yakında anlaşılır! Ancak
ben yine, sonuna değin, bir başıma da olsam, bildiğim yolda
gideceğim!
O akşam komsomol örgütü (ячейка) toplantısında alınan kararları
Değotluk, karar defterine şöyle geçirdi:
1. Komsomollar, Cuma günü eylemci (aktivist) kadın
Amdehan’ın bir hektar (on dönüm) tutarındaki buğdayını biçip
toplayacak ve yığın haline getirecekler.
2. Gelen Ramazan ayı boyunca, insanların gözündeki din
perdesinin düşürülmesi için yoğun bir çaba harcanacak. Ancak
hiçbir komsomol oruç tutmamalı, oruç tutmamanın başta gelen bir
görev olduğu unutulmamalı.
3. Köyümüze gizlice gelen eşkıya ve kaçakçılara köyde
yataklık eden bazı kişilerin olabileceğini düşünüyoruz, bu
bakımdan köyün görevlendirilecek kişiler tarafından gizlice ve
sürekli korunması, bu işin daha ciddi bir biçimde ele alınması,
mücadelenin başarıya ulaşması için köylünün de bu konuda bizimle
birlikte olmasının sağlanması.
(*)
Beyaz tavşan-Korkak anlamında yöresel
bir deyim. -HCY |