...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -12

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

XII. DÜŞMANIN AYAK İZİ (ПЫИМ ИЛЪЭУЖ)

Cuma akşamıydı. Kırda, tarlada çalışmakta olanların evlerine henüz dönmekte oldukları bir sırada, Değotluk köyü dolaşıp komsomol grubu (parti gençlik kolu) üyelerine haber verdi: "Bu akşam toplanmamız gerekiyor, gecikmeden geliniz. Konuşacağımız konular son derece gizli, komsomolun okuma odasında toplanamayız, benim evime gelin".

Toplantı olduğu haberi, kişiden kişiye üyelere gizlice bildirildi. Tarladan dönüp henüz sofraya oturmuş olan genç, hemen bir arkadaşını evine davet ediyor ve durumu ona bildiriyor. Gencin yorgunluğu hemen son buluyor, olup bitenin ne olabileceği kaygısı içinde içeriye dönüyor. Alelacele bir iki lokma aldıktan sonra, üstü başı toz toprak, kalpağını başına geçirip evden çıkıyor ve yola koyuluyor.

Gençler birer gizli gölgeymişler gibi köyün dört bir köşesinden gelip Değotluk’un kapısının önünde buluştular. Bir şey demeden, ne gibi bir sorun bulunduğunu bilememenin merak ve kaygısı içinde evin içine girip oturdular.

Çoğunluk bir araya gelmişti.

Komsomol örgütüne ilk katılmış üç kıdemli kişi de vardı toplananlar arasında. Behukoların grubunun en zıt bellediği,  birini olsun gördüklerinde salyaları boşanan kudurmuş köpeğe dönüştükleri ve o denli de nefret ettikleri ve görmeye bile katlanamadığı bir üç kişiydi bunlar. Kulak (zengin köylü) grubunun Sovyet karşıtı faaliyetlerinin açığa çıkarılması, bunların yasa gereği devlete ödemeleri gereken vergileri kaçırmalarına fırsat verilmemesi, bu kişilerin ırgatlarının da dava açıp emeklerinin karşılığını almaları gibi oluşumlar hep bu üç kişinin başının altından çıkıyordu. Zenginler bunu biliyorlardı.

Bu üç kişiyi en çok da imamlar (ефэндыхэр)  zıt bellemişlerdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, hocaların bu üç kişiye karşı nefret ve hınç duymalarının nedenleri vardı. Hocaların foyalarını açığa çıkarma ve onları etkisizleştirme konusunda bu üçü en yetenekli olan komsomollar idiler. Sözleri tam yerinden atılmış birer ok gibi hocaları en zayıf yerlerinden vuruyordu, onların hocalar aleyhlerinde salmış oldukları alaycı sözler,  hocaların gizli-saklı niyetlerini de ortaya döküyor ve bütün köy önünde alay konusu olmalarına yol açıyordu. Şişmiş bir koyun kuyruğu gibi yolda yürüyen bir imam, bu üçünden birini görecek olduğunda, dua okuyormuş gibi söylenerek,  kızmış bir halde yolunu değiştiriyordu.   

Bu üç kişi için hocalar  “Yeücüc-meücücler”, Behoko grubu da onlar için “beyaz tavşanlar” (*), ”Uğursuz suratlar”, ”Rastlarsan yolunu değiştir”, ”şeytan boynuzu taşıyanlar” diyorlardı.

Ancak bu üç kişinin gerçek adları da vardı: İlki Değotluk, komsomol hücresinin sekreteri ve köydeki tek komünist; ikincisi Ahmed, üçüncüsü de T’ıhuts’ık’u (Т1ыхъуц1ык1у;Küçük Koç) idi. Bu üç kişi değişik karakterde, ama birbirlerini görmeden edemeyen ve birbirine tutkun gençlerdi.

T’ıhuts’ık’u, kavgacı iri bir koç gibi dolgun ve kalınca yapılıydı. İçinde saklı olan bütün gücü taşacakmış gibi, bir sorunla ilgilenmeden ya da bir sorunu ele almadan yerinde duramayan biriydi. Yorulmak ya da umutsuzluğa düşmek gibi huylar ona yabancı olan şeylerdi. Sürekli neşeli, kabına sığmayan ve fır fır sesleri çıkararak sürekli dönen bir topaç (чыны хьакуако) gibiydi. Kahkahalarına (sürekli gülerdi), ayak tırnağına değin bütün bedeni de eşlik ediyor gibiydi, kahkahaları başkalarını da kahkahaya boğardı, böylesine şen şakrak biriydi. Konuşması da davranışına uygundu. Deli dolu konuşurdu, sözleri arasına Rusça sözcükler de katar, ateşli ateşli konuşurdu. Derinlemesine değil, daha çok fantastik (hayali) biçimde konuşmayı yeğlerdi. Şakacı ve şen şakrak biri idi, ancak verilen görevleri de aksatmaz,  başarıyla tamamlardı. Bir işin peşinde olmadığında ya da çatışacağı birini bulamadığında, içinden geldiği gibi boşanarak konuşur ve hayale (fantezi) dalardı: Yapılması gereken şeylerin planlarını yapar, bunları geleceğin özlemi imiş gibi düşünmeye başlar, böyle olsaydı, böyle gerçekleşseydi deyip durur ve öylece yerine otururdu. Rusça ve diğer politik terimleri, her zaman anlamını bilmese de, sözlerinin arasına katmayı severdi, zayıf bir yönü yakalandığında, bu yönüyle arkadaşlarınca tefe konurdu. Behuko grubundan ya da onlardan yana olup Sovyet iktidarına ve komsomollara diş bileyen kişilerle en fazla karşılaşan ve uğraşan, en çok da sorun yaratan komsomol T’ıhuts’ık’u idi.

Ahmed ise, bambaşka bir karakterdeydi. Ahmed ile ilk kez karşılaşan birinin dikkatini çeken şey,  gözleri olurdu. Berrak gökyüzünü andırır biçimde gözleri yem yeşildi ve gözleri ipekten birer iplik gibi parıldayan siyah kirpiklerle çevrelenmişti. Durmadan bir şeyi düşünen biriymiş gibiydi, yumuşacık ve kibar bir görünümü yansıtırdı bu gözler. Kemane/kemençe (пхъэпщынэ;Çerkes kemençesi, kemanesi)  çalıyordu. Kemençesini alıp çalmaya başladığında, işte o zaman gözleri daha da güzelleşirdi. Dünya sorunlarından sıyrılıp sıradan bir insan olarak özlemini duyduğu konulara daldığında ise, kemençesinin hafif ve yumuşak sesini izleyerek, gözleri hafifçe şehlalaşarak  çalgısını çalıp otururdu. Konuşmayı pek sevmezdi. Kız gibi, özenerek kibar kibar yürür, yumuşak hareket eder; utangaç ve çekingen bir görünüm yansıtırdı. Ancak komsomolların önüne birileri kötülüğüne çıkacak olduğunda, işte o zaman soğuk ve çelikten yapılma sivri bir süngü gibi olur, onun asla geri adım atmayacak biri olduğu yüz hatlarından hemen anlaşılırdı. Yiğitliğini gizleyen, az konuşan, ama işini ciddi biçimde yapan kişilerdendi. Sevdiği kişilere yardım etmede, kötü kişilere de engel olmada sınır tanımazdı. Ahmed’in ağzından gıdım gıdım dökülen sözlerinde, daima bir kesinlik ve kararlılık bulunurdu. T’ıhuts’ık’u ile olduğu gibisine, karşıtları Ahmed’in karşısına çıkmayı öyle kolay göze alamazlardı. Değotluk’dan korktukları gibi ondan da korkarlardı. Ahmed, dul annesiyle birlikte bir başına köy kıyısındaki evinde barınan yoksulun biriydi. Akşamları, boş iseler, Mıhamet ile Değotluk, T’ıhuts’ık’u  da yanlarına alıp kemanını dinlemek üzere Ahmed’in yanına giderlerdi…

Ahmed ile T’ıhuts’ık’u, genellikle, diğerleri gelmeden de buluşur ve otururlardı. T’ıhuts’ık’u, huyu gereği, yerinde duramazdı. Grubu kuşkucu bir sessizliğe gömüldüğünde ya da konuşacak biri olmadığında, Değotluk’un kitaplarını karıştırır, ardından yapılması ve gerçekleştirilmesi gereken işler üzerine kendi kendine konuşmaya başlardı. Tek tek kitapların hepsini elden geçirir, kalkar oturur, dururdu.

Evde toplananlar arasında komsomol örgütü üyesi olmayan, ama kendilerine güvenilen köylülerden Mıhamet ile Amdehan da vardı. Köydeki iki Rus ırgat genci de komsomol olarak toplantıya alınmışlardı.

Gündemde görüşülecek üç konu vardı: Amdehan’ın bir hektar (on dönümlük) buğdayının komsomol örgütü gençler tarafından kaldırılması; Ramazan ayının yaklaşmış olması nedeniyle de din karşıtı çalışmaların hızlandırılması; haydutlar ve tütün kaçakçıları ile mücadele edilmesi.

En çok da din aleyhtarı işlerle komsomolların oruç tutmamaları konuları üzerinde tartışma çıktı. Din konusuna geçilene değin sessizce oturmuş olan Mıhamet birden parladı ve  konuşmaya başladı:
- Tanrı konusunun burada ele alınmasına aklım ermiyor. Sovyet iktidarının önde gelen kişilerinin Tanrının varlığına inanmadıklarını biliyorum, bunun kendine göre bir nedeni olmalı. Siz komsomollar, oruç tutmasanız, ”Tanrı yoktur” deseniz bile, size bir şey diyecek biri değilim. Ancak şimdi, Ramazan ayında, Tanrının olup olmadığı işini katı bir biçimde tartışmaya açacak olursanız, o zaman Behuko grubunun arayıp da bulamadığı fırsatı kendi elinizle onlara vermiş olursunuz. Halkı ayağa kaldırır, sizi sopalarla köyden kovarlar. Ben oruç yiyemem, Tanrı yoktur da diyemem, bu iki konuda beni bağışlayın,  sizinle aynı görüşü paylaşmıyorum. Bunun dışında üstüme düşecek bir görev olursa yapmaya hazırım.

Mıhamet’in konuşmasının ardından tartışma iyice kızıştı. Şimdiye değin dinsel konulara yeterince el atılmadığını, artık atılması gerektiğini, din karşıtı mücadelenin ödün verilmeden hızlandırılması gerektiğini söyleyenler oldu. Bunlardan biri de T’ıhuts’ık’u idi.

Ancak bu işi en sert bir biçimde savunan, ”korkak tavşan misali korkakça tutumun terk edilmesini, işi tam ve ödünsüz biçimde ele almak gerektiğini” savunan biri vardı daha. O da Neğocıko Alıy (Нэгъоджыкъо Алый) idi. Belinden kemerle bağlanmış külodu vardı, Buhara işi kalpağını ise tulum misali başına geçirmişti. Verk (оркъ;soylu) soyundan bir aileye mensuptu ama yoksul aile (беднякыц1э) durumuna düşmüş bir çocuk olarak biliniyordu. ”Adige delikanlısı”  gibi yiğit biri olarak görünme peşindeydi, nerede olursa olsun daima öne, üste çıkmak isteyen biriymiş gibi görünürdü. Silahını yanından hiç ayırmaz, konuşmasının iyi anlaşılması için, geriye bakınıp sık sık sözlerini bastıra bastıra yinelerdi. Köydeki “varlıklı” ailelerin kızlarını ziyaret ederdi, bu arada adı iyi anılmayan kişilerle birlikte görünmekten kaçınırdı. Komsomol toplantılarında da sert konuşanların en başında gelirdi. Ancak, yine de tam olarak neyi savunmakta olduğu da, bir türlü anlaşılamıyordu. Hemen her oturumda, komsomollar içindeki üç kişiye, en çok da Değotluk’a, belli etmeden karşı tavır koyardı.

Değotluk, bir süreden beri Alıy’ın iyi niyetli biri olup olmadığı konusunda kuşkulanmaya başlamıştı. Değotluk, onu komsomola aldığına pişman olmuştu. Katılma öncesinde, yaman bir eylemci gibi bir duruş sergilemişti, komsomolları da aşan bir etkinlik gösteriyordu, bu nedenle de örgüte alınmıştı. Behuko grubu, o sıralar Ali’yi  “Komünist oldu”, ”gavur oldu” diye en sert biçimde ve aralıksız kınamaktaydı. Ancak onca gürültü koparan o insanlardan bazılarının Alıy ile ilişkilerini kesmediklerini, Alıy’ın tenha ve sapa köşelerde o tür kişilerle buluştuğu birkaç kez Değotluk’un gözüne ilişmişti. Ayrıca en çok mermi isteyen kişi de oydu, tüfekli olarak bir yere gönderildiğinde, en çok ateş açan ve mermi yakan da oydu, bu gibi nedenlerle Alıy, Değotluk’un üzerinde bir kuşku ve güvensizlik yaratmaya başlamıştı. Değotluk, komsomola katılışı sonrasında, Alıy’ın en sert konuşan, ama sıra iş yapmaya geldiğinde kaytaran biri olduğunu da fark etmişti.

Şimdi, Alıy’ın yumruğunu sıkmış ve ciddi bir tavır takınmış olarak konuşmakta olması, Değotluk’un ilgisini çekmişti. Aslında konuşmayı dinlemekten çok, Alıy’ı ve davranışlarını izliyordu. İnce belli idi, yakası düğmelenmişti, suratında uğursuzca görünümde bir buruşukluk vardı; ağzının iki yanından tükürük ve köpüklü salyalar dökülüyordu. İki göz çukurundan onun ne düşündüğünü kestirmek de olanaksızdı. Sinsi bir kedi gibi, gözlerinden yansıyacak  gizli niyetini saklamak için olmalı, gözlerini sürekli kaçırıyordu…

Sözü Değotluk aldı. Alıy konusundaki kuşkusunu içinde saklayarak, sakin olarak, ama kararlı ve açık biçimde, gözlerini de Alıy’den ayırmayarak, her bir sözünde Alıy’e gizli bir dokundurma da yaparak konuştu. Mıhamet’in görüşüne katıldığını belirtti. Din konusunun öyle bir iki çalışmayla çözümlenemeyeceğini, insanların yüzyıllardan beri katı biçimde bir inanca bağlanmış olarak yaşamakta olduklarını, insanlar arasında öbür dünya (ahret)  korkusu bulunduğunu, kalbinde kesin bir Tanrı inancı olan onca köylünün, bir çırpıda inancından vazgeçmeyeceğini uzun uzadıya anlattı.
- Bilinçlendirme yapılmalı ve insanın Tanrıya el açmadan yaşamını kendisinin düzenleyebileceği üst bir düzeye erişmek gerekir. Politik bilinç o düzeye çıktığında, yalvarsan bile o insanları artık bir dinin peşinde koşturamazsın. Bizler bugüne değin dini önemsemedik, bu konuda emekçi insanlara yönelik ciddi bir aydınlatıcı çalışma yapmadık. Mıhamet gibi bizi destekleyen gençlerin şimdiye değin dine bağlı kalmış olmaları,  onların değil bizim bir kusurumuz. Ancak sürdüreceğimiz çalışma konusunda dayatma yapmak ve bizi zorlamak isteyen, komsomolu daha hızlı eyleme çağıran, emekçi insanların kalplerinde kalıcı bir yer edinmiş olan dine karşı sert ve delice bir savaş açmak isteyenler de var aramızda. Onlar Behuko grubunun tam da istediği gibi konuşuyorlar. Bunu söyleyen, bunu  bilerek söylüyorsa, o  bir kışkırtıcıdır! diyerek Değotluk, Alıy’e baktı ve sözlerini tamamladı.

Bu konuşma üzerine Alıy’ın görüşüne katılmakta olan iki üç kişi de susup oturdu. T’ıhuts’ık’u, yanlış davrandığını hemen kavradı ve yola geldi. Alıy ise rengi atmış biçimde söze karışıp bağırdı:
- Sen mücadeleden kaç istersen, ama senin gibi kaçmak istemeyenleri kışkırtıcı olarak gösteremezsin! Ancak, eto ne poydet! Kim haklı imiş kim değilmiş, çok yakında anlaşılır! Ancak ben yine, sonuna değin, bir başıma da olsam, bildiğim yolda gideceğim!

O akşam komsomol örgütü (ячейка) toplantısında alınan kararları Değotluk, karar defterine şöyle geçirdi:
1. Komsomollar, Cuma günü eylemci (aktivist) kadın Amdehan’ın bir hektar (on dönüm) tutarındaki buğdayını biçip toplayacak ve yığın haline getirecekler.
2. Gelen Ramazan ayı boyunca, insanların gözündeki din perdesinin düşürülmesi için yoğun bir çaba harcanacak. Ancak hiçbir komsomol oruç tutmamalı, oruç tutmamanın başta gelen bir görev olduğu unutulmamalı.
3. Köyümüze gizlice gelen eşkıya ve kaçakçılara köyde yataklık eden bazı kişilerin olabileceğini düşünüyoruz, bu bakımdan köyün görevlendirilecek kişiler tarafından gizlice ve sürekli korunması, bu işin daha ciddi bir biçimde ele alınması, mücadelenin başarıya ulaşması için köylünün de bu konuda bizimle birlikte olmasının sağlanması.


(*) Beyaz tavşan-Korkak anlamında yöresel bir deyim. -HCY

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son