ESKİ DÜNYA -2
- Daha ileriye geçeyim deme!, can havliyle ve olanca gücüyle
Nafset, İsmail'e bağırdı. Sopayı da hazırladı. "Bir aptallık
yapma, ikimizin de kötü duruma düşmememiz için bir geri çekil
de akıllıca bir konuşma yapalım.
- Konuşmak için fazla bir zamanımız olmayacak. Hemen yola
koyulacağız. Ne söyleyeceksen uzatmadan hemen söyle.
- Nereye gideceğiz ki? Farkında olmaksızın korku ve endişe karışık
bu sözler Nafset'in ağzından döküldü.
- Gideceğimiz yer, bizi bulamayacakları bir yer olacak tabii! Bir
erkek kumruyu andıran sesiyle sırıtarak konuştu İsmahil.
- Öyleyse, beni dinlemeden beni bir yere sürüklemeye kalkışma.
Yanıldığını sana anlatmak istiyorum. Koca bir adam olmuşsun ama
dünyanın değişmiş olduğunun farkında bile değilsin, eski düzen
yaşamak istiyorsun. Başa gelene katlanan eski kadınlarla şimdiki
Adige kadınları arasındaki fark, büyük bir fark. Hala bunu
anlayamamışsan, hele bir sınırı aş da görelim bakalım, ben sana
onu bu sopayla anlatırım. Sopayla vurarak elinden
kurtulamayacağımı da biliyorum, aptal değilim ama o benim vurmam,
sana boyun eğmeyeceğimin bir kanıtı olacak. Bundan sana olan ebedi
nefretimi de anlatmış olacağım. Bir geri çekil de, sana
söyleyeceklerimi anlayabilecek misin, bir bakalım.
- Peki, konuş, diyerek İsmahil, eliyle tabureyi çekip üzerine
oturdu.
Nafset bir zayıflık belirtisi göstermiyordu. Kendisini korumaya
hazırdı. Gözlerinden tek damla yaş dökülmüyordu ama tiksinti ve
nefret okunuyordu. Bu durum İsmahil’in yalandan gülümsemelerini
süpürüp atıyordu. Suratı ekşiyor, ”Dur bakalım, ayak tabanımı sana
yalatmasam, görürsün!” gibisine kötü niyetler cirit atıyordu
İsmahil’in içinde. Rüzgar altında köpüren su yüzeyi gibi,
kaşlarını çatarak, kendi de soğuk soğuk bakıyor, ”Ne diyecek, ne
yapacak, görelim bakalım…” diyordu içinden. Ardından dikkatle
bakıyor, uysallaştırılması zor görünen bu küçük kızı yine
beğeniyordu. Bu kızda ne bulduğunu da kestiremiyordu ama bu kız,
kendi peşinden koşan öbür kızlara benzemiyordu. Kendisine
giydirilen ve etekleri yerde sürünen bu bol entari bile kızın
güzelliğini gizleyemiyordu. Yerin altından çıkıp uçmaya
hazırlanıyormuş gibi, başı dik, boyun eğmeyecek biri biçiminde,
gururla İsmahil’in karşısında dikiliyordu. Gözleri öfke, bilinç ve
nefret doluydu. Yine de İsmahil, ”O, bir kadın olarak boyun
eğeceği kişiye, sonunda bir eş olur” diyordu içinden. Ancak
Nafset’in bu sevimsiz sözleri karşısında İsmahil’in umudu
azalıyor, gözlerinden okunan biraz önceki şehevi bakışlar sönüyor,
gözlerinde bir umutsuzluk beliriyordu.
Nafset sözlerini süzdürüyordu:
- Bana yönelik niyetlerin varmış, ancak benim, senin isteyeceğin
gibi biri olmadığımı öğrenmen gerekirdi. Sen, bir kız
kaçırıldığında, o kızın adının dula çıktığını, kızın da başa gelen
çekilir, diyerek boyun eğdiğini, çaresiz kaldığını, kaçıranın
evinde kaldığını, benim de öyle yapacağımı düşünmüş olmalısın ama
yanılıyorsun, Adige kadını artık özgür, bunu anlamak istemeyen bir
sürü erkek hala var, sen de onlardan birisin. Bir Adigelik, bir
muhabbet ortamında söyleştiğimiz, çatışmadığımız sürece, bana
karşı olan niyetlerinde yanıldığını, Adige geleneği gereğince sana
söylemekten kaçındım. Şimdi bizim ne tür kişiler olduğumuzu görmüş
bulunuyorsun, yanlış yaptığını anlamanı sana anlatmak istiyorum.
Baskıya boyun eğmeyeceğimi, seni bir eş olarak da
benimseyemeyeceğimi bilmelisin, ben yeni bir yaşam yolunu seçmiş
olan biriyim.
Adımı dula çıkararak bana boyun eğdiremezsin. Benim yaşamım sadece
bir kız olarak kalmakla sınırlı değil. Ben özlemini duyduğum yeni
yaşama kavuşursam, işte o zaman isteğime kavuşmuş olacağım. Ben
kararlı bir biçimde o yolda yürümeyi sürdüreceğim. Şimdi sen beni,
kurdun kaptığı koyun gibi kapıp kaçırdın, üstüme saldırıp beni
parçalamaya kalkışırsan buna gücün yetmez demiyorum ama tek bir
canım kalsa dahi, bana yaptığına karşılık vereceğimi, senden
ayrılmaya çalışacağımı bilmelisin. Olmazsa, ”Gözünü çıkaranın
canını çıkar” (Унэ къе1эрэм ыпсэ е1эжь) derler ya, her gece ve her
uyuduğunda seni vurmak üzere yanında hazır olacağım. Bunu
anlamıyorsanız, hiçbir şeyi anlayamazsınız, bu nedenle konuşmama
son veriyorum. Benim yapabileceğim, sana karşı koymak için ilk
elde bu elimdeki sopayı kullanmak olacaktır, bana yaklaşacak
olursan onunla başlayacağım sana vurmaya!diyerek sözlerine son
verdi Nafset.
- Ha-ha-ha! diyerek hileli ve yüksek bir sesle güldü İsmahil.
”Sadece bana vurmakla bitecekse bu iş, sorun değil, bununla öfkeni
atacaksan, vur bana!diyerek ayağa kalktı ve Nafset’e doğru
ilerlemeye başladı.
- Al, insanlıktan anlamıyorsan hak ettin bunu, diyerek Nafset
sopayı yan tarafından İsmahil’in başına indirdi.
O bir anlık zamanın ardından İsmahil, şaka ve alayı bir yana atıp,
yırtıcı bir hayvan gibi saldırıp sopayı Nafset’in elinden kaptı.
Saldırdı ama Nafset yana, öbür odaya doğru kaçtı. Önünden geçerken
lambaya çarpıp devirdi.
Karanlıkta bir kovalamaca sürerken biri çağırdı.
- İsmahil, İsmahil! diyerek kapı ardından yavaş bir sesle.
İsmahil kapıya doğru koştu.
- Ne oldu?
- Çabuk ol!Gelenler var, sesleri yaklaşıyor. Hemen yer
değiştirmemiz gerekiyor.
- Atları koşmadınız mı?
- Hayır. Hacıret’in atları burada değil. At için giden de
dönmedi... Çabuk, çabuk! Buraya doğru geliyorlar, dedi aceleyle,
sonra da sustu.
İsmahil, hemen bir kibrit yakıp Nafset’in peşine düştü. Yakalamak
için bir süre uğraştı. Belinden kavrayıp kapıya doğru sürüklediği
bir sırada, bahçeden bir ses geldi:
- Kim o? Her kimsen yerinden kımıldama! Kımıldadığın gibi kurşunu
yersin.
Aynı anda kapı önündeki kişinin kaçtığını anladılar. Birden iki
tüfek sesi duyuldu.
- Evin arkasını tut! Sen beriki tarafı tut, diyerek komut vermekte
olan Değotluk’un sesini tanımıştı İsmahil. Bu sesi Nafset de
tanımıştı. Ancak seslenme fırsatı yakalayamadı, İsmahil eliyle
kızın ağzını sıkı sıkıya kapatmıştı.
İsmahil ne yapacağına karar veremeden bir süre duraksadı. Nafset
kurtulmak istedi ama acıtarak kızın belini daha bir sıktı. Böyle
bir didişme sürerken Hacıret’in evinin kapı sesiyle bir kişinin
sesi duyuldu:
- Kim o, ne oldu ki?
- Ne olduğunu görürsün birazdan, canından bezmediysen dışarı
çıkma!diyerek Değotluk adama doğru bağırdı. ”Siz kızı nerede
tuttuğunuzu söyleyin bakalım!
- Ne kızıymış öyle?Ne diye gece yarısı uykumuzu bölüyorsunuz?. .
Tam o sırada Nafset ağzını kurtarıp bağırdı:
- Değotluk!Buradayım!Evde…İsmahil, bir vurup kızın ağzını yeniden
kapattı. Arka bahçe penceresine doğru kızı sürükledi. Ayağıyla
vurup pencereyi dağıttı. Tekme attığında düşer gibi olup elini
biraz gevşetir gevşetmez, Nafset de tüm gücüyle yüklenip
İsmahil’in elinden kurtulmayı başardı. Hemen kapıya doğru koşup
kapıyı kırdı, bol elbisesi ve saçları rüzgarda salınarak karanlığa
doğru koştu.
- Değotluk! diye bağırdı.
- Nafset!diye omzuna dokunarak kızı durdurdu İsmahil.
Evin arkasından tüfek sesleri yükseldi.
Sen şu avlu dibinde saklan, diyerek Nafset’i oturttu, ardından
Değotluk evin arkasına doğru koştu. Ancak başka bir tüfek sesi
gelmedi. Çok geçmeden yanında bir kişiyle Değotluk geri döndü.
Arkadaşı anlatıyordu:
- İlk önce o ateş açmak isteyince, ben de hemen yakından ateş
ettim, vurmuş olmam gerekir, ama yine de kaçırdık. Yanında kızın
bulunmadığını görünce peşine düşmedim. Yanımdaki peşine düşmüş
olmalı, demişken, köy yakınındaki bir yerden tüfek sesleri geldi.
”Karşılaşmış olmalılar, duyuyorsun!”
- Neyse, kaçarsa kaçsın, sorun değil. Uzağa gidemez. Şu tarafa
gidelim de Nafset’i götürelim, diyerek kızı araya alıp geri
dönmeye başladılar.
Daha birkaç sokak geçmişlerdi ki, başlarında Bibolet, koşarak
gelen büyük bir toplulukla karşılaştılar. Topluluk durup durumu
öğrenince,
Bibolet:
- Nafset, üzülme artık, başına geleni atlattın. Bundan sonra artık
onların eli sana ulaşamaz. Yarın görüşürüz, dedi. Değotluk’a
dönüp:”Sen Nafset’i götür…Grup ne tarafa kaçtı?” diye sordu.
Kaçanların gittiği taraf kendisine gösterildi. ”Muhtarlığa (selsovete)
gel, Nafet’i götüreceğin evin önüne birkaç koruma bırak. Haydi
gidelim!diyerek, yanındakilerle birlikte gösterilen tarafa doğru
hızla yürüdü.
Biraz sonra köy kıyısından yeniden tüfek sesleri geldi, sonra
sustu.
Nafset kendi evlerine değil, Kulats’ın gelin olduğu eve götürüldü.
Evin önüne iki genç bırakıp Değotluk muhtarlığa döndü. Bibolet,
Mıhamet, T’ıhuts’ık’u, hepsi ve daha birçok kimse oraya gelmişti.
İçeri girer girmez, Değotluk’u hemen Halaho karşıladı. Elini tutup
okşayarak ve sallayarak konuştu:
- Aferin, Değotluk’um benim!Görevi tam bir adam gibi yerine
getirdin. Nafset’imizi, bu altın kızımızı köpeklerin pençesinden
aldın, aferin, evladım!Doğruca oraya gitmen gerektiğini nasıl
kestirebildin?
- O konuda benim yaptığım fazla bir şey yok, Halaho!Dayanışma ile
aşılmayacak zorluk olmaz, dedi Değotluk. Ardından ayaktakilere
dönüp: ”Nerede kaldı o her türlü insanlıkla bezenmiş olan o iyi
adam?Şu topluluğun karşısına dikin de o adamı, olup bitenin
hepsini anlatayım size.
Bol gömlekli adamı nezaretten alıp topluluğun karşısında
durdurdular.
Değotluk ortaya çıktı, topluluğa dönüp konuşmaya başladı:
- Şeceriyeliler!Devrim (sınıf) düşmanları ile kötü şeyler
yapanların el ele hareket etmekte olduklarını, bu olaya nasıl
katılmış olduklarını size göstereyim. İnce Adige geleneğini temsil
ettiğini söyleyen bu iyi adam, -bol gömlekli adamı işaret
etti-herkesten sonra muhtarlığa geldi. Muhtarlıktan çıktığımda
birinin koşarak gelmekte olduğunu gördüm. Koşarak gelen de bu iyi
adamdı. Yetişince üst başını hafiften temizledi, bir şey olmamış
gibi sessizce topluluğa karıştı. Ardından onun Bibolet’e
söylediklerini hepiniz duydunuz. Bu kişi bende kuşku uyandırdı. Bu
adam İsmahil’in yanından ayrılmayan, onun yardakçısı olan biri,
kızı da bunun evine götürmüş olacaklarını düşündüm. Siz burada
toplanmış konuşuyorken, ben de birkaç arkadaşımı çağırıp oraya
doğru gitmeye başladım. Yarı yola varmıştım ki, öncü (piyoner)
çocuklarımızdan birinin bize doğru koşmakta olduğunu gördüm. Kızın
Şıvmıl’ Hacıret’in evine götürüldüğünü bize söyledi o çocuk.
Karşılıklı bir çatışma sonunda elimizden kaçtılar. Ancak uzağa
gidemezler, Sovyet yargısı onlara hak ettikleri cezaları
verecektir. Bakın görüyorsunuz, kumarbaz takımı, dükkan işleten
zengin köylüler ve köydeki bütün hırsızlar, hepsi beraberler,
hepsi köye, köylüye düşman, hepsi köydeki bütün kötülükleri
işleyen kişiler. Gözünüzün önünde değil mi bu durum? Her zaman
Sovyet iktidarı ile emekçilere karşı olan bu sınıf düşmanlarının
birlikte hareket etmekte olduklarını görüyorsunuz, bunu
unutmamamız gerekiyor. O küçücük öncü çocuğu kadar bilinci olmayan
çok kişi var hala içimizde. O öncü çocuktan başka kızın
götürüldüğü evi gören olmamış mı? Mutlaka çok kişi görmüştür bunu.
Köyde böyle bir olay olduğunda herkes uyanır. Kızın Hacıretlerin
evine götürüldüğünü görenler olmuştur. Ancak “muhbir” (хащэ)
olmayı Adigelik ile bağdaştıramıyorlar ya. Kötüler her kötülüğü
yapacaklar, biz de “muhbir sayılmamak” için görmeyecek, susup
oturacağız!Bundan sadece bizler zarar görüyoruz. İnsanlığımız ile
bilincimiz üzerindeki bu prangaları söküp atmanın zamanı gelmiş
olmalı.
Dört kişi-Mıhamet, Değotluk, T’ıhuts’ık’u, Bibolet- birlikte
muhtarlıktan ayrıldılar. Başbaşa kalınca, Değotluk T’ıhuts’ık’u’ya
sordu:
- T’ıhu, o adamlar seni aşıp evi nasıl basabildiler?
- Şöyle oldu: İki kişi öte yandaki çitin önüne gelip dikildi, ben
de gizlice onlara sokulmaya başladım. Yaklaşınca kaçmaya
başladılar. Peşlerinden birkaç sokak öteye doğru koştum, ardından
kızın evinin tarafından gelen bir gürültü duydum. Geriye doğru
koşarken, çit kenarında bir at arabasının durduğunu gördüm. Yani,
beni oyuna getirip oradan uzaklaştırdılar. Demek ki, onlar kızı
beklediğimizi biliyorlar, içimizden biri bildirmiş olmalı.
Bu anlattıkları T’ıhuts’ık’u ateş gibi tutuşturmuştu, derin bir
soluk çekti.
- Böyle biri var mı içinizde?diyerek Bibolet, Değotluk’a sordu.
- Zavallı Ahmed’in öldürülmesinden beri içimizde böyle birinin
bulunduğunu biliyoruz, ama ortaya çıkaramıyoruz.
- Kuşkulandığın biri yok mu?
- Sadece kuşku değil, onu bildiğimden de eminim. Ancak suçüstü
yapamıyorum…dedi Değotluk, eski acısı yeniden depreşmiş bir
biçimde. |