GECE
GELEN ATLILAR (ЧЭЩ ШЫУХЭР)
2
Silahlı çatışmanın yaşandığı geceyi izleyen bir hafta kadar
sonra köy yürütme komitesi (muhtarlık) önüne korku uyandıran
bir atlı geldi ve atından indi. Saldırmaya
hazırlanan bir köpek gibiydi, tepeden tırnağa silahlıydı. Kalın
ve kısa yapılı ama sert ve çevik görünümlü biriydi. Muhtarlık
önündeki kişilerle ilgilenmeden doğruca yürütme komitesi
(muhtarlık) odasına girdi ve direkt olarak komite başkanına sordu:
-Değotluk burada, aranızda mı, diyerek.
Adamın sesi kalındı, kendi de sevimsizdi. Adamı görür görmez
başkanın beti benzi uçtu, imza atmak üzere kaldırdığı kalemi
elinden düştü, ağır ağır yerinden doğruldu.
-Değotluk rayona (ilçe merkezine) gitti, diyebildi sadece.
T'huts'ık'u (Тыхъуц1ык1у) oradaydı, kuşkulanıp yavaş yavaş
uzaklaşmayı denedi.
-Nereye gidiyorsun?!Kimse yerinden kımıldamasın! diyerek elini
tabancasına götürdü ve kapı önünü kesti. T'ıhuts'ık'u kıpkırmızı
kesilmiş halde yerinde çakılıp kalmıştı.
Bu korkulu ad oradakilerin tümünü ürkütmeye yetmişti, hepsi donup
kalmış halde adama bakakaldı.
-Aranızdaki komsomollar kimler, söyleyin, diye sordu ardından,
adının topluluk üzerinde yaratmış olduğu ürküntüyü görmüş olmanın
sevinciyle sırıtmıştı ayrıca.
Başkan şaşkınlık içinde T'ıhuts'ık'u ile bir başka genci daha
işaret etti. Darhoko tabancasını çekti ve odadakilerin hepsini
dışarı çıkardı, T'ıhuts'ık'u ile öbür komsomol çocuğu öne çağırdı,
sırtlarına birkaç kırbaç indirdi, ardından da sert bir biçimde
bağırdı onlara:
-Komsomoldan ayrılmadığınız takdirde, asıl o zaman görürsünüz ne
olacağını! Değotluk'un da canına okuyacağım, söyleyin ona! diyerek
gençlere ikişer kırbaç daha attı yeniden. "Kımıldamadan yerinizde
durun!" diye topluluğa bir kez daha bağırdı ve atına atlayıp hızla
uzaklaştı.
Akşama Değotluk dönünce bu olup biten şey komsomollar arasında
görüşüldü. Gençler ne diyeceklerini bilemeden kaygılı kaygılı
oturuyorlardı.
T'ıhuts'ık'u kendisinin ayıplandığını düşünerek sessizce yerli
yerinde oturuyordu:
-Ben hayduta saldırmayı ve tabancasını kapmayı da düşünmüştüm
aslında ama bu adamla tek başıma nasıl başa çıkabilirdim, kimin
yardımına güvenebilirdim ki? Başkana mı? Korkup yanındaki iki
komsomolu gösteren o adama mı, hiç olmazdı o!. .
Gençler T'ıhu'yu (**) kınamayı düşünmemişlerdi. T’ıhu kendi
kendisini ayıplayan bir hesaplaşma içine düşmüştü. Düşmanla
karşılaşmak, zor durumla karşılaşıldığında da kendisini öyle bir
yerde göstermek istiyordu, yiğitliklik peşindeydi her zaman için
ama şimdi ne duruma düşmüştü…
Komsomollar gece nöbetlerini daha da sıkılaştırmaya karar
verdiler. Mıhamet gibi güvenilen gençleri de aralarına aldılar.
Değotluk komsomolları askerlikte olduğu gibi, parola vererek nöbet
yerlerine yerleştirmeye karar verdi. Parolaları Değotluk’un kendi
belirliyordu. Herkese güvenmiyor, nöbetçileri kendi belirliyor ve
nöbet yerlerine yerleştiriyordu. Nöbetçilerin yerini gizli
tutuyor, kimseye belli etmiyordu. Bir çatışma olsa bile,
nöbetçilerin yerlerinden ayrılmamaları gerektiğini, çatışma olan
yere koşacak ayrı bir grup oluşturduğunu ve bu yardımcıları
kendine yakın bir yerde tutacağını açıklamıştı.
Birkaç gün işler bu düzende sürdü. Korumalar birkaç tütün
kaçakçısını yakalayıp rayon (ilçe) merkezine götürdüler.
Bir gece Ahmed’in nöbet tuttuğu yerden karşılıklı tüfek sesleri
geldi. Değotluk yanındaki üç nöbetçi çocuk ile birlikte o yere
doğru koşmaya başladı, ama o yere henüz ulaşmadan silah sesleri
kesildi. Değotluk nöbet yeri yakınında bir yerde durdu ve Ahmed
diye seslendi ama bir yanıt alamadı. ”Bilet” dedi, ardından
parolayı söyledi ama yine yanıt alamadı. Üzücü bir durum
olabileceği kaygısına kapılmış, saçları diken iken olmuştu. Durup
etrafı dikkatle dinledi, bir şey duymadı. Daha da bir kaygılandı.
Yanındakilere birbirlerinden ayrılmalarını ve çit diplerine
çökmelerini söyledi, ardından bir başına Ahmed’in nöbet tuttuğu
yere doğru ilerledi. Ahmed nöbet yerinde değildi. Adamakıllı
öfkelendi, korkuyu bir yana atıp, delirmiş biçimde, avazı
çıktığınca “Ahmed!” diye yeniden bağırdı. Uzakça olmayan bir
yerden bir inildeme sesi geldi. O yere doğru hızla koştu, yumuşak,
ama ağır bir şey ayaklarına takıldı. Değotluk, kalbi sanki
yerinden fırlayıp düşmüş gibi, canlı cansız bir halde oracıkta
çakılıp kaldı. Korktuğu şey başına gelmemiş olsun diye, kendi
kendisini aldatmak istercesine, soğuktan titremeye yakalanmış
biriymiş gibi ellerini yere indirdi. Kendi aralarında sık sık
şakalaşmalar olduğundan Ahmed’in avuç içlerini görmeden tanır
olmuştu, şimdi Ahmed’in elini tutmuş ve tanımıştı.
-Ahmed!Ahmed! Ne oldu? Diyerek hemen onu sarstı ve uyandırmaya
çalıştı. Ahmed, göğsü yere çevrili, iki eliyle otları yakalamış
yatıyordu. Son derece bitkin de olsa, Ahmed sonunda kımıldadı.
Değotluko’nun yardımıyla zar zor yüzüstü döndü. Değotluk eliyle
Ahmed’in başını kaldırdı:”Ahmed, tanıyamadın mı beni, ben
Değotluk, diyerek, acele acele birkaç kez sordu, ardından
arkadaşlarını “Buraya gelin!” diye seslenip çağırdı. Üç çocuk
başlarını eğmiş bekler dururken, Ahmed derin bir uykudan
uyanıyormuş gibi, güçlü bir nefes çekti, ardından kendine geldi.
-Değotluk! dedi zayıf bir sesle.
-Buradayım, Ahmed! Yanındayım!
-Parolamızı öğrenmişler, içimizde hainler var, diyebildi Ahmed,
pırh ettirerek ağır bir nefes çekti, başı Değotluk’un kucağında
bir süre durdu, engellenemez bir biçimde sert ve güçlü bir dönüş
yaptı ve öyle kaldı…
Ahmed’in cenazesi törenle kaldırıldı. Komşu stanitsa (Rus/Kazak
beldesi) komsomol örgütü, bandosunu da yanına alıp cenazeye geldi.
Cenazeye katılan büyük, mahşeri kalabalık, emekçilerin
komsomolların ve Sovyet iktidarının yanında olduğunu yeterince
kanıtlıyordu. Ahmed’in cenazesinde yapılan konuşmalar arasında, en
iç burkucu ve insanın yüreğini dağlayanı Değotluk’un konuşması
idi.
-Yoldaşlar! İşte hepiniz görüyorsunuz mücadelemizin basit ve
sıradan bir mücadele olmadığını. Eski ve yeni dünyalar arasında
sürmekte olan büyük sınıf mücadelesinin henüz son bulmadığını
görüyorsunuz. Köyümüzdeki komünistler ve komsomollar, köyümüzdeki
sınıf mücadelesinin bir öncü müfrezesidir. Bu genç müfreze
gerçekçi ve bilinçli bir biçimde dinci sömürücülerin ve kulak
(zengin köylü) kesiminin entrikalarını ve aldatmacalarını bir yana
atmış ve onu aşmış olarak mücadele veren bilinçli kişilerden
oluşuyor. Bu nedenle bize düşman olan sınıf, genç komsomollara
öncelikli olarak cephe almış bulunuyor. Sınıf (emekçi halkın)
düşmanlarının köyümüzdeki komsomollara karşı yürüttüğü sinsi ve
amansız savaşa hepiniz tanık olmuş bulunuyorsunuz. Yalan, iftira
ve cinayet, bütün bunları, ellerinden gelen her yolu mubah
(sakıncasız) sayıyorlar bu kişiler. Ancak Lenin’in yolunda
ilerleyen ve o yolda eğitim alan komsomollar böyle şeylerden
yılacak olsalardı, daha işin başında komsomol olmayı göze
almazlardı. Biz genç komsomollar ordusu, önderi komünist partisi
olan bizler, boyun eğmeyecek bir orduyuz. Sınıf düşmanımız ecel
çırpınışları içinde, bu nedenle kudurmuş halde ölüm salyalarını
akıtıyor. Gözü korkmuş durumda, gizli açık, umutsuz çırpınışlar
içinde, son kozlarını oynuyor. Ancak ona artık fazla bir yaşama
şansı tanımayacağız. Bizden biri ölebilir ama o birinin yerini
yüzlercesi, binlercesi alacaktır…
Yoldaşlar! Gençlerimiz arasında komsomol bayrağını en fazla
taşıyan, en öncü, düşmana karşı en fazla mücadele eden gençlerden
biriydi yerde yatan bu genç kardeşimiz. Ancak…”Bu sözle birlikte
Değotluk’un içi daraldı, iri gözyaşı damlalarını yutarak bir süre
durdu, ardından daha yumuşak tonda, konuşma dışı imiş gibi devam
etti”
-Kusuruma bakmayın. Bu genç en yakınım idi, gerçekçiliği ve
bilinci ile kalbimin içinde yeri olan ve dünyada daha sevdiğim
biri daha olmayan bir kardeşimdi o benim, bağışlayın gözyaşlarımı
tutamıyorum. Bilinçliliği yansıtan berrak yeşil gözleri, yumuşak
davranışları, ulaşmak istediği yeni dünya yaşamına ilişkin umut ve
özlemlerini, aşkını, güvenerek gizlice bana açmakta olması, bütün
bunlar aklımdan çıkmayan ve unutamayacağım şeylerdir…
Değotluk’un yeniden içi bunaldı, bir süre daha bekledi. Ardından
kendini toparladı ve koca bir kartalı andıran heybetli sesiyle
sözlerini bağladı:
-Ahmed’in canına kıyanlara, bu yaptıklarının bedelini çok ağır bir
biçimde ödeteceğiz!
Ahmed’in toprağa verilişini izleyen birkaç gün boyunca Değotluk,
ne yaptığını bilmez halde, orta yerde dolanıp durdu. Kendine
geldikçe de yapılması gereken işler için karar veriyor, ardından
üzüntü içinde ve kendinden geçmiş halde dolanıp duruyordu köyde.
T’ıhuts’ık’u da konuşup durmayı ve şakalaşmaları bir yana atmış,
keyifsiz ve sessiz biçimde Değotluk’u izleyip gidiyordu peşinden.
Ne yaptığını bilemez halde, günde iki üç kez Ahmed’in annesinin
yanına gidip geliyordu Değotluk. Ahmed’in katlanmış elbiselerinin
yanına oturuyor, el sürüyor, Ahmed’in annesinin ağlama sesini
dinliyor, bir şey demeden oturuyordu. Ayağa kalkıp Ahmed’in duvara
asılı kemanesinin (***) telleri üzerinde parmaklarını hafifçe
gezdiriyordu. Kemane tellerinden yayılan zayıf sesleri dinlerken
de gözyaşlarını tutamıyordu. İçeri girişinde olduğu gibi, hiçbir
şey söylemeden dışarı çıkıyor, ırmağa doğru aşağı iniyordu…
Aynı biçimde kendinden geçmiş ve dalmış bir biçimde, bir seferinde
Vıstanekoların bahçesine de girdi.
Nafset penceresinden Değotluk’un geldiğini gördü, dışarı fırladı
ve ağlayarak başını Değotluk’un omzuna dayadı.
İçeri girdiler, Değotluk, Kulats’ın başsağlığı amacıyla söylediği
sözleri ayakta dinledi ama bir karşılık vermeden pencere önüne
oturdu. Nafset de, bir şey demedi, yanında dikilip Değotluk’un
başını yavaşça okşamaya ve kendinden geçip boşanırcasına ağlamaya
başladı.
Değotluk fazla oturmadı. Derinden bir of çekerek kalktı. Nafset’i
omuzlarından tutarak kendine çevirdi, kızın boşanan gözyaşlarına
bir süre bakıp durdu, içinden kopup gelmiş gibi konuştu:
-Tam da beklediğim biri gibi çıktın. Bugünden tezi yok, seni
anamın doğurduğu öz kızkardeşim gibi kabul ediyorum. Ağlama!
Kuşkun olmasın, kardeşimizin canını onlar pahalıya ödeyecekler!
Nafset’in başını bir kez daha bağrına basıp ayrıldı.
Ahmed’in cenazesinde söylenen sert sözler karşısında korkup bir
süre sinmiş olan köydeki düşman (sömürücü) grubu, üç gün geçtikten
sonra kendine gelmekte gecikmedi. ”Bir çocuğun hayatı ile
oynadılar, şimdi de savunmasız köylüyü, kendisine kurşun işlemeyen
azılı bir kaçağın karşısına çıkarmaya, telef (yok) ettirmeye
kalkışırlarsa, şaşırmayın” biçiminde, kaynağı belli konuşmalar
köye yayılmaya başladı.
Değotluk, bir akşam, bir haç’eş’de (konuk odasında) böyle bir
konuşmaya tanık oldu. Darhoko’ya kurşun işlemediği sözleri ve
haydutlarla mücadele konuları konuşulurken, bu uydurmaları ve
yalanları duymuştu. Bu sözlerin nerelerden kaynaklandığını da
biliyordu. Avuçlarını sıkıp çatırdatacak denli kızdı Değotluk, ama
tartışmaya gerek duymadı, fazla da oturmadı, aklı karışmış,
sinirli ve kızgın bir biçimde kalkıp ayrıldı. Sabaha değin
yollarda gezinip durdu. Sabah olduğunda kesin kararını vermişti
artık. Doğruca T’ıhuts’ık’u’n yanına gitti:
-Korkmaya eğilimli kişileri iyice korkutmak, saflarımızı
zayıflatmak için Behuko grubu yeni bir kampanya başlatmış
bulunuyor. Bir başımıza haydutlara karşı koyamayız. Korkanları,
korkmuş olmaktan utandırmak gerekiyor, bunun için de Darhoko’ya
kurşun işleyeceğini göstermeliyiz. Bu işi bir grup olarak değil,
bir başına yapmam daha uygun olacak. Ayrıca Ahmed’in kanını da
yerde bırakamam. Bu gece dağa (мэз) çıkacağım. Beni soran olursa,
Krasnodar’a (****) gitti dersin.
-Ben de senle geleceğim, seni yalnız gönderemem, diye ayak diredi
T’ıhuts’ık’u.
-Olmaz, peşime takılma, bir başıma olursam daha rahat hareket
ederim.
-Hayır, seni bir başına bırakamam. Yalnız gidersen, Lenin adına
söz veririm, bütün komsomolları arkama alıp peşine düşerim! Yine
de bu düşünme biçimin çok yerinde. Birlikte gideceğiz, bu konuda
seni dinleyemem, kusura bakma, diyerek kestirip attı T’ıhuts’ık’u.
-Peki öyle olsun. Akşamleyin karanlık bastırırken yola çıkarız.
Krasnodar’a gittiğimizi de başka birine söyletiriz.
-Çok güzel. Darhoko’nun bana biraz borcu kalmıştı, beni dövmüş
olması beni fazla incitmedi ama ben ona artık, nasıl adam
dövüleceğini öğretirim…
DİPNOTLAR:
(*) Darhoko-Çerkes haydut. -HCY
(**) T’hu (Koç), T’ıhuts’ık’u (Küçük Koç) adının kısaltılmış asıl
biçimi. Halen Türkiye’de “Tıhu” ya “Tuhu” biçimlerinde kullanılır.
-HCY
(***) Kemane-Pxhepşıne/пхъэпщынэ-Çerkes kemanesi, bir tür kemençe
benzeri, telleri at kılından çalgı. -HCY
(****) Krasnodar-Adigey’in ilk başkenti. 1936’da Adigey başkenti
Maykop’a (Mıyequape/Мыекъуапэ) taşındı, Krasnodar, Adigey’i de
içine alan daha büyük bir idari birim olan Kranodar Kray (büyük
il) merkezi oldu. Adigey, 1991’de Krasnodar Kray’dan kopup ayrı
bir kendi başına birim oldu. -HCY |