...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -15

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

GECE GELEN ATLILAR (ЧЭЩ ШЫУХЭР)

2


Silahlı çatışmanın yaşandığı geceyi izleyen bir hafta kadar sonra köy yürütme komitesi (muhtarlık)  önüne korku uyandıran bir atlı geldi ve atından indi. Saldırmaya hazırlanan bir köpek gibiydi,  tepeden tırnağa silahlıydı. Kalın ve kısa yapılı ama sert ve çevik görünümlü biriydi. Muhtarlık önündeki kişilerle ilgilenmeden doğruca yürütme komitesi (muhtarlık) odasına girdi ve direkt olarak komite başkanına sordu:
-Değotluk burada, aranızda mı, diyerek.

Adamın sesi kalındı, kendi de sevimsizdi. Adamı görür görmez başkanın beti benzi uçtu, imza atmak üzere kaldırdığı kalemi elinden düştü, ağır ağır yerinden doğruldu.
-Değotluk rayona (ilçe merkezine) gitti, diyebildi sadece.

T'huts'ık'u (Тыхъуц1ык1у) oradaydı, kuşkulanıp yavaş yavaş uzaklaşmayı denedi.
-Nereye gidiyorsun?!Kimse yerinden kımıldamasın! diyerek elini tabancasına götürdü ve kapı önünü kesti. T'ıhuts'ık'u kıpkırmızı kesilmiş halde yerinde çakılıp kalmıştı.

Bu korkulu ad oradakilerin tümünü ürkütmeye yetmişti, hepsi donup kalmış halde adama bakakaldı.
-Aranızdaki komsomollar kimler, söyleyin, diye sordu ardından, adının topluluk üzerinde yaratmış olduğu ürküntüyü görmüş olmanın sevinciyle sırıtmıştı ayrıca.

Başkan şaşkınlık içinde T'ıhuts'ık'u ile bir başka genci daha işaret etti. Darhoko tabancasını çekti ve odadakilerin hepsini dışarı çıkardı, T'ıhuts'ık'u ile öbür komsomol çocuğu öne çağırdı, sırtlarına birkaç kırbaç indirdi, ardından da sert bir biçimde bağırdı onlara:
-Komsomoldan ayrılmadığınız takdirde, asıl o zaman görürsünüz ne olacağını! Değotluk'un da canına okuyacağım, söyleyin ona! diyerek gençlere ikişer kırbaç daha attı yeniden. "Kımıldamadan yerinizde durun!" diye topluluğa bir kez daha bağırdı ve atına atlayıp hızla uzaklaştı.

Akşama Değotluk dönünce bu olup biten şey komsomollar arasında görüşüldü. Gençler ne diyeceklerini bilemeden kaygılı kaygılı oturuyorlardı.

T'ıhuts'ık'u kendisinin ayıplandığını düşünerek sessizce yerli yerinde oturuyordu:
-Ben hayduta saldırmayı ve tabancasını kapmayı da düşünmüştüm aslında ama bu adamla tek başıma  nasıl başa çıkabilirdim, kimin yardımına güvenebilirdim ki? Başkana mı? Korkup yanındaki iki komsomolu gösteren  o adama mı, hiç olmazdı o!. .

Gençler T'ıhu'yu (**) kınamayı düşünmemişlerdi. T’ıhu kendi kendisini ayıplayan bir hesaplaşma içine düşmüştü. Düşmanla karşılaşmak, zor durumla karşılaşıldığında da kendisini öyle bir yerde göstermek istiyordu, yiğitliklik peşindeydi her zaman için ama şimdi ne duruma düşmüştü…

Komsomollar gece nöbetlerini daha da sıkılaştırmaya karar verdiler. Mıhamet gibi güvenilen gençleri de aralarına aldılar. Değotluk komsomolları askerlikte olduğu gibi, parola vererek nöbet yerlerine yerleştirmeye karar verdi. Parolaları Değotluk’un kendi belirliyordu. Herkese güvenmiyor, nöbetçileri kendi belirliyor ve nöbet yerlerine yerleştiriyordu. Nöbetçilerin yerini gizli tutuyor, kimseye belli etmiyordu. Bir çatışma olsa bile,  nöbetçilerin yerlerinden ayrılmamaları gerektiğini, çatışma olan yere koşacak ayrı bir grup oluşturduğunu ve bu yardımcıları kendine yakın bir yerde tutacağını açıklamıştı.

Birkaç gün işler bu düzende sürdü. Korumalar birkaç tütün kaçakçısını yakalayıp rayon (ilçe) merkezine götürdüler.

Bir gece Ahmed’in nöbet tuttuğu yerden karşılıklı tüfek sesleri geldi. Değotluk yanındaki üç nöbetçi çocuk ile birlikte o yere doğru koşmaya başladı, ama o yere henüz ulaşmadan silah sesleri kesildi. Değotluk nöbet yeri yakınında bir yerde durdu ve Ahmed diye seslendi ama bir yanıt alamadı. ”Bilet” dedi, ardından parolayı söyledi ama yine yanıt alamadı. Üzücü bir durum olabileceği kaygısına kapılmış, saçları diken iken olmuştu. Durup etrafı dikkatle dinledi, bir şey duymadı. Daha da bir kaygılandı. Yanındakilere birbirlerinden ayrılmalarını ve çit diplerine çökmelerini söyledi, ardından bir başına Ahmed’in nöbet tuttuğu yere doğru ilerledi. Ahmed nöbet yerinde değildi. Adamakıllı öfkelendi, korkuyu bir yana atıp, delirmiş biçimde, avazı çıktığınca  “Ahmed!” diye yeniden bağırdı. Uzakça olmayan bir yerden bir inildeme sesi geldi. O yere doğru hızla koştu, yumuşak, ama ağır bir şey ayaklarına takıldı. Değotluk,  kalbi sanki yerinden fırlayıp düşmüş gibi, canlı cansız bir halde oracıkta çakılıp kaldı. Korktuğu şey başına gelmemiş olsun diye, kendi kendisini aldatmak istercesine, soğuktan titremeye yakalanmış biriymiş gibi ellerini yere indirdi. Kendi aralarında sık sık şakalaşmalar olduğundan Ahmed’in avuç içlerini görmeden tanır olmuştu, şimdi Ahmed’in elini tutmuş ve tanımıştı.
-Ahmed!Ahmed! Ne oldu? Diyerek hemen onu sarstı ve uyandırmaya çalıştı. Ahmed, göğsü yere çevrili, iki eliyle otları yakalamış yatıyordu. Son derece bitkin de olsa, Ahmed sonunda kımıldadı. Değotluko’nun yardımıyla zar zor yüzüstü döndü. Değotluk eliyle Ahmed’in başını kaldırdı:”Ahmed, tanıyamadın mı beni, ben Değotluk, diyerek, acele acele birkaç kez sordu, ardından arkadaşlarını “Buraya gelin!” diye seslenip çağırdı. Üç çocuk başlarını eğmiş bekler dururken, Ahmed derin bir uykudan uyanıyormuş gibi, güçlü bir nefes çekti, ardından kendine geldi.
-Değotluk! dedi zayıf bir sesle.
-Buradayım, Ahmed! Yanındayım!
-Parolamızı öğrenmişler, içimizde hainler var, diyebildi Ahmed, pırh ettirerek ağır bir nefes çekti, başı Değotluk’un kucağında bir süre durdu, engellenemez bir biçimde sert ve güçlü bir dönüş yaptı ve öyle kaldı…

Ahmed’in cenazesi törenle kaldırıldı. Komşu stanitsa (Rus/Kazak beldesi) komsomol örgütü, bandosunu da yanına alıp cenazeye geldi. Cenazeye katılan büyük, mahşeri kalabalık, emekçilerin komsomolların ve Sovyet iktidarının yanında olduğunu yeterince kanıtlıyordu. Ahmed’in cenazesinde yapılan konuşmalar arasında, en iç burkucu ve insanın yüreğini dağlayanı Değotluk’un konuşması idi.
-Yoldaşlar! İşte hepiniz görüyorsunuz mücadelemizin basit ve  sıradan bir mücadele olmadığını. Eski ve yeni dünyalar arasında sürmekte olan büyük sınıf mücadelesinin henüz son bulmadığını görüyorsunuz. Köyümüzdeki komünistler ve komsomollar, köyümüzdeki sınıf mücadelesinin bir öncü müfrezesidir. Bu genç müfreze gerçekçi ve bilinçli bir biçimde dinci sömürücülerin ve kulak (zengin köylü) kesiminin entrikalarını ve aldatmacalarını bir yana atmış ve onu aşmış olarak mücadele veren bilinçli kişilerden oluşuyor. Bu nedenle bize düşman olan sınıf, genç komsomollara öncelikli olarak cephe almış bulunuyor. Sınıf (emekçi halkın) düşmanlarının köyümüzdeki komsomollara karşı yürüttüğü sinsi ve amansız savaşa hepiniz tanık olmuş bulunuyorsunuz. Yalan, iftira ve cinayet, bütün bunları,  ellerinden gelen her yolu mubah (sakıncasız) sayıyorlar bu kişiler. Ancak Lenin’in yolunda ilerleyen ve o yolda eğitim alan komsomollar böyle şeylerden yılacak olsalardı, daha işin başında komsomol olmayı göze almazlardı. Biz genç komsomollar ordusu, önderi komünist partisi olan bizler, boyun eğmeyecek bir orduyuz. Sınıf düşmanımız ecel çırpınışları içinde, bu nedenle kudurmuş halde ölüm salyalarını akıtıyor. Gözü korkmuş durumda, gizli açık, umutsuz çırpınışlar içinde, son kozlarını oynuyor. Ancak ona artık fazla bir yaşama şansı tanımayacağız. Bizden biri ölebilir ama o birinin yerini yüzlercesi, binlercesi alacaktır…

Yoldaşlar! Gençlerimiz arasında komsomol bayrağını en fazla taşıyan, en öncü, düşmana karşı en fazla mücadele eden gençlerden biriydi yerde yatan bu genç kardeşimiz. Ancak…”Bu sözle birlikte Değotluk’un içi daraldı, iri gözyaşı damlalarını yutarak bir süre durdu, ardından daha yumuşak tonda, konuşma dışı imiş gibi devam etti”
-Kusuruma bakmayın. Bu genç en yakınım idi, gerçekçiliği ve bilinci ile kalbimin içinde yeri olan ve dünyada daha sevdiğim biri daha olmayan bir kardeşimdi o benim, bağışlayın gözyaşlarımı tutamıyorum. Bilinçliliği yansıtan berrak yeşil gözleri, yumuşak davranışları, ulaşmak istediği yeni dünya yaşamına ilişkin umut ve özlemlerini, aşkını, güvenerek gizlice bana açmakta olması, bütün bunlar aklımdan çıkmayan ve unutamayacağım şeylerdir…

Değotluk’un yeniden içi bunaldı, bir süre daha bekledi. Ardından kendini toparladı ve koca bir kartalı andıran heybetli sesiyle  sözlerini bağladı:
-Ahmed’in canına kıyanlara, bu yaptıklarının bedelini çok ağır bir biçimde ödeteceğiz!

Ahmed’in toprağa verilişini izleyen birkaç gün boyunca Değotluk, ne yaptığını bilmez halde, orta yerde dolanıp durdu. Kendine geldikçe de yapılması gereken işler için karar veriyor, ardından üzüntü içinde ve kendinden geçmiş halde dolanıp duruyordu köyde. T’ıhuts’ık’u da konuşup durmayı ve şakalaşmaları bir yana atmış, keyifsiz ve sessiz biçimde Değotluk’u izleyip gidiyordu peşinden. Ne yaptığını bilemez halde, günde iki üç kez Ahmed’in annesinin yanına gidip geliyordu Değotluk. Ahmed’in katlanmış elbiselerinin yanına oturuyor, el sürüyor, Ahmed’in annesinin ağlama sesini dinliyor, bir şey demeden oturuyordu. Ayağa kalkıp Ahmed’in duvara asılı kemanesinin (***) telleri üzerinde parmaklarını hafifçe gezdiriyordu. Kemane tellerinden yayılan zayıf sesleri dinlerken de gözyaşlarını tutamıyordu. İçeri girişinde olduğu gibi,  hiçbir şey söylemeden dışarı çıkıyor, ırmağa doğru aşağı iniyordu…

Aynı biçimde kendinden geçmiş ve dalmış bir biçimde, bir seferinde Vıstanekoların bahçesine de girdi.

Nafset penceresinden Değotluk’un geldiğini gördü, dışarı fırladı ve ağlayarak başını Değotluk’un omzuna dayadı.

İçeri girdiler, Değotluk,  Kulats’ın başsağlığı amacıyla söylediği sözleri ayakta dinledi ama bir karşılık vermeden pencere önüne oturdu. Nafset de, bir şey demedi, yanında dikilip Değotluk’un başını yavaşça okşamaya ve kendinden geçip boşanırcasına ağlamaya başladı.

Değotluk fazla oturmadı. Derinden bir of çekerek kalktı. Nafset’i omuzlarından tutarak kendine çevirdi, kızın boşanan gözyaşlarına bir süre bakıp durdu, içinden kopup gelmiş gibi konuştu:
-Tam da beklediğim biri gibi çıktın. Bugünden tezi yok, seni anamın doğurduğu öz kızkardeşim gibi kabul ediyorum. Ağlama! Kuşkun olmasın, kardeşimizin canını onlar  pahalıya  ödeyecekler!

Nafset’in başını bir kez daha bağrına basıp ayrıldı.

Ahmed’in cenazesinde söylenen sert sözler karşısında korkup bir süre sinmiş olan köydeki düşman (sömürücü) grubu, üç gün geçtikten sonra kendine gelmekte gecikmedi. ”Bir çocuğun hayatı ile oynadılar, şimdi de savunmasız köylüyü, kendisine kurşun işlemeyen azılı bir kaçağın karşısına çıkarmaya,  telef (yok) ettirmeye kalkışırlarsa, şaşırmayın” biçiminde, kaynağı belli konuşmalar köye yayılmaya başladı.

Değotluk, bir akşam, bir haç’eş’de (konuk odasında) böyle bir konuşmaya tanık oldu. Darhoko’ya kurşun işlemediği sözleri ve haydutlarla mücadele konuları konuşulurken, bu uydurmaları ve yalanları duymuştu. Bu sözlerin nerelerden kaynaklandığını da biliyordu. Avuçlarını sıkıp çatırdatacak denli kızdı Değotluk, ama tartışmaya gerek duymadı, fazla da oturmadı, aklı karışmış, sinirli ve kızgın bir biçimde kalkıp ayrıldı. Sabaha değin yollarda gezinip durdu. Sabah olduğunda kesin kararını vermişti artık. Doğruca T’ıhuts’ık’u’n yanına gitti:
-Korkmaya eğilimli kişileri iyice korkutmak, saflarımızı zayıflatmak için Behuko grubu yeni bir kampanya başlatmış bulunuyor. Bir başımıza haydutlara karşı koyamayız. Korkanları, korkmuş olmaktan utandırmak gerekiyor, bunun için de Darhoko’ya kurşun işleyeceğini göstermeliyiz. Bu işi bir grup olarak değil, bir başına yapmam daha uygun olacak. Ayrıca Ahmed’in kanını da yerde bırakamam. Bu gece dağa (мэз) çıkacağım. Beni soran olursa, Krasnodar’a (****) gitti dersin.
-Ben de senle geleceğim, seni yalnız gönderemem, diye ayak diredi T’ıhuts’ık’u.
-Olmaz, peşime takılma, bir başıma olursam daha rahat hareket ederim.
-Hayır, seni bir başına bırakamam. Yalnız gidersen, Lenin adına söz veririm, bütün komsomolları arkama alıp peşine düşerim! Yine de bu düşünme biçimin çok yerinde. Birlikte gideceğiz, bu konuda seni dinleyemem, kusura bakma, diyerek kestirip attı T’ıhuts’ık’u.
-Peki öyle olsun. Akşamleyin karanlık bastırırken yola çıkarız. Krasnodar’a gittiğimizi de başka birine söyletiriz.
-Çok güzel. Darhoko’nun bana biraz borcu kalmıştı, beni dövmüş olması beni fazla incitmedi ama ben ona artık, nasıl adam dövüleceğini öğretirim…



DİPNOTLAR:
(*) Darhoko-Çerkes haydut. -HCY
(**) T’hu (Koç), T’ıhuts’ık’u (Küçük Koç) adının kısaltılmış asıl biçimi. Halen Türkiye’de “Tıhu” ya “Tuhu” biçimlerinde kullanılır. -HCY
(***) Kemane-Pxhepşıne/пхъэпщынэ-Çerkes kemanesi, bir tür kemençe benzeri, telleri at kılından çalgı. -HCY
(****) Krasnodar-Adigey’in ilk başkenti. 1936’da Adigey başkenti Maykop’a (Mıyequape/Мыекъуапэ) taşındı, Krasnodar, Adigey’i de içine alan daha büyük bir idari birim olan Kranodar Kray (büyük il) merkezi oldu. Adigey, 1991’de Krasnodar Kray’dan kopup ayrı bir kendi başına birim oldu. -HCY

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son