...................
...................

MUTLULUK YOLU      2.BÖLÜM -16

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................

1

Akşam vakti iki karaltı köyden dışarıya yola koyuldu. Rayon (ilçe) merkezine giden yoldan ilerlemeye başladılar. Hayli yol aldıktan sonra küçük bir dere yatağına ulaştılar. Önden giden Değotluk, hemen yoldan ayrılıp öndeki ırmağın (çay) yatağına girdi. T'ıhuts'ık'u da onu izledi. Irmak yatağında bir süre ilerledikten sonra, kısa yoldan sola doğru bir dönüş yaptılar. Kurt yürüyüşünü adırır biçimde T'ıhuts'ık'u geriden olmak üzere ilerliyorlardı. Başlarını biraz eğmiş halde, kendilerini dere yatağına gizleyerek ilerliyorlardı.

Terk ettikleri yoldan gelen bir atın ayak seslerini duydular. İki genç ırmağın yamacına uzandılar. Değotluk dikkatle ırmak yatağından yola doğru baktı. Akşamın alaca karanlığı içinde bir atlı karaltısı gördü. Rayon merkezine giden yolu izliyordu. Değotluk atlının anormal bir davranışının bulunmadığını da görmüş ve şaşırmıştı: Eşkıyalar belirdiğinden beri sıradan atlılar geceleri yola çıkmıyorlardı. Köyden rayon merkezine gidecek birinin bulunduğunu duymamıştı.

Neye yoracağını bilemeden atlının geçmesini bekledi, bir süre onu geriden izledi, kendileri de ırmak yatağı boyunca ilerlediler.

Karanlığın bastırdığı bir sırada ırmağın üst yamacına yayılmış söğütlüğe girdiler. Gündüzleri, korkusuzca ırmak yatağına inmek gibi değildi, şimdiki durum, farklıydı. Şimdi kapkara görünümü ve ortalığı inildeten gürültüsüyle ırmak hızla ve çağıldayarak akıyordu. İki gence korku üfürmek istiyormuş gibi, gu-guv, vu-vuv-vu-vuv-vu seslerini yaymaktaydı coşkulu ırmak.

Geldikleri yerde ırmak birkaç kola dağılıyordu. Su ile çevrelenmiş ve dolanılmış adacıklara, haydutlar belirdiğinden beri, insan ve hayvan ayağı basmaz olmuştu, ortalık da çalı ve dikenlerle kaplanmıştı. Tehlikeden kaçıp gizlenmişler gibi, sinmiş, bir sürü orman parçacığı ırmak boyunca sıralanan adacıkları kaplamış durumdaydı. Uzakta, derenin öte yakasında bulunan koca orman da, korku uyandırır bir biçimde,  karanlığa boğulmuşlardı. Bu ormanda bir ejderha barındığı biçimde anlatımlar da yayılmıştı.

T'ıhuts'ık'u buna inanmıyor, haydutların oralarda saklanmakta olmaları nedeniyle, böyle şeylerin uydurulduklarını söyleyen Değotluk'a katılıyordu. Oysa şimdi, bütün bu anlatılanların doğru olduğuna inanası geliyordu.

Çoluk çocuğun yabani elma ve ahlat toplamaya gittiği orman, şimdi insanların ürktüğü ve terk ettiği bir yere dönüşmüştü.

İki genç, artık,  insanların izlediği yolların uzağında ırmak sırtında bir yerdeydiler. Irmak, yüzünü buruşturmuş, kızıp deliye dönmüş bir ejderha gibi, karşılarında gümbürdeyerek akmaktaydı. İçine girdikleri orman, sarmaşıklarla geçilmez hale dönüşmüş olan ırmağın öte yakasındaki orman gibi ürküntü vere derin bir sessizlik içindeydi. Azılı eşkıya, kim bilir bu ormanların hangisinde saklanıyordu? Yalnız mıydı? Yardımcıları var mıydı? Yandaşları varsa, sayıları çok muydu?

T'ıhuts'ık'u ansızın korkuya kapıldı, içine girdikleri bu orman, henüz insan ayağı basmamış bir ıssız vadi imiş (тау-таш) gibi geldi kendisine. Birden birçok şey içinde belirmeye başlamıştı. Her bir çalılıkta ya bir haydut barınıyorsa? Ya peşlerine düştüklerini öğrenmişler de pusuya yatmışlarsa? Gece ırmağı geçmek de kolay bir şey olmaz. Gündüz sığ yerleri görebiliyorsun, ırmağı geçebilirsin ama ya gece ya derin bir yere, bir su gözüne, bir su burgacına düşerlerse, bütün bunlar olabilirdi… Irmağı taşları çatırdata çatırdata geçecek olurlarsa, eşkıya da bunun farkına varmaz mıydı? Eşkıya önlem almadan gizlenmiş olamazdı. Kurt gibi her yanı gözlüyor olmalıydı…"

T'ıhuts'ık'u iyice korkuya kapılmıştı. Değotluk'un kolundan tuttu ve yavaş bir sesle:
- Böyle yalnız yola çıkmamalıydık. Delilik bu yaptığımız...
- Peşime takılma demedim mi sana? Hadi, sen dön. Ciddiyim. Dönersen daha iyi olur, daha rahat hareket ederim ben, dedi Değotluk gücenmeden, ciddi ciddi.

T'ıhuts'ık'u bir süre durdu, ardından yavaş bir sesle ama kararlı bir biçimde konuştu:
- Tamam, yürüyelim!

Değotluk için gece ya da gündüz ırmağı geçmek pek bir anlam ifade etmiyordu, böyle bir yerde doğmuş, ömrü de buralarda geçmişti. Zor olsa da ırmağı geçmeyi başardılar. Geçtikleri yerlerdeki taş ve iri çakıllar birbirine çarpmaya ve ses çıkarmaya başlayınca milli yerleri izlediler. Irmağın karşı yakasına ulaşıp ırmak yamacına uzandılar ve etrafı dinlediler. Hiçbir el ayak sesi gelmiyordu. Su çağlayanının (псыхэожъ) sesi ara sıra tepelerine iniyor gibiydi. Bir yaban ördeği sürüsü kanatlarını çarparak üstlerinden uçup gitti.

Giyinip ormana doğru yollandılar. Şimdi daha korkunç bir ormana girmişlerdi. Azılı ırmak, insanlardan koparmıştı artık onları. Önlerinde, içinde ne yaşadığını bilemedikleri, karanlığın içinden bir karaltı gibi beliren vahşi bir orman uzanmaktaydı. Ancak ırmağı geçmeye başladıkları anla kıyaslandığında, gençlerin morali daha yüksekti şimdi. Soğuk sudan çıkıp kuru elbiselerini giydiklerinde içleri rahatlamış, sıcak bir eve girmiş gibisine sevinmişlerdi.

Karşılarında belirmiş olan bu ormanın kendi köy ormanları olduğunu unutmuş gibiydiler. Bu yerler oldum olası hayvan otlattıkları yerler idiler. Şimdi neredeyse boyunlarına erecek denli ot ve dikenlerle kaplanmıştı buraları. Eskiden var olmayan dikenlikler ve çalımsı söğütler her yeri kaplamış durumdaydılar. Değotluk köyünün kırlarını ve ormanlarını iyi biliyordu, ancak şimdi şaşkınlık geçiriyor, sezgilerinin yardımıyla ilerlemeye çalışıyordu. Taştığı sıralarda ırmağın yarmış olduğu, ama orman ile otlar tarafından örtülü olan çukurlara ve dere yataklarına yuvarlandıkları da oluyordu.

T’ıhuts’ık’u böyle korkulu gece yürüyüşlerini bilen biri değildi. Şimdi bu içine düştüğü durum onu biraz korkutmuş, biraz da kızdırmıştı. Telaşlanmaya ve sinirlerine hakim olamamaya başlamıştı. Korkmuş,  morali tükenmiş biri gibi, bastığı yeri bile fark etmeden, başını kurtarmanın peşine düşmüş gibi ilerlemekteydi.

Suratına çarpan çalı diken dallarına ve karanlığa sayıp döktürerek, kızgın küçük bir boğa gibi de homurtular çıkararak, bir türlü de Değotluk’a yetişemeden peşi sıra gidiyordu.

Karanlıkta kör kör ilerlerken, gümbürdeyerek küçük bir çukura yuvarlanıvermişti T’ıhu. Değotluk hemen ellerini uzatıp onu kaldırdı, sessizce sordu:
- Bir yerin sızladı mı?
- Hayır, önemli bir şeyim yok. Bu içine girdiğimiz alameti bir türlü anlayabilmiş değilim, dedi T’ıhuts’ık’u, canına tak etmiş halde bir de öksürerek. Sözlerinde üzüntü, yakınma ve utanma, hepsinin karmakarışık olduğu belli oluyordu.
- Hele bir otur bakalım, diyerek Değotluk, omzuna dokunup T’ıhuts’ık’u oturttu.

Bir süre sessizce kaldılar. T’ıhuts’ık’u biraz kendine gelmişti. Bunun üzerine Değotluk ona yönelik yumuşak bir serzenişte bulundu:
- Gece yürüyüşüne alışman gerek. Umutsuzluğa kapılır, attığın adıma dikkat etmezsen, ya bir çukura yuvarlanır kafanı kırarsın ya da bir dala çarpa gözünü çıkarırsın. Bu dediğim şeyler korkak olanların başına gelir. Geceleyin çok sabırlı ve dikkatli hareket edilmesi gerekir.

T’ıhuts’ık’u durumu kavradı. Değotluk direkt söylememişti, ama korkakça davranmakta olduğunu sezdirmişti. Bu da içine oturdu. Çok üzüldü ve ürperdi.

“Gerçekten aklım başımdan uçmuş gibi davranmışım! Doğru, bir korkak gibi hareket ettim ama bundan sonrasını görürsünüz siz!” diyerek, bir karara vardı içinden.

Kalkıp yola koyulduklarında T’ıhuts’ık’u kendine gelmiş ve daha sakin olmuştu, küçük köstebek tümseklerine bile ayakları takılmamaya başlamıştı.

Değotluk deneyimli biri olduğundan pek çıt çıkarmadan bir kurt gibi iri adımlarla sessizce ilerliyordu.  Değotluk, T’ıhuts’ık’u’a adeta hiç tanımadığı yaman biri gibi görünüyordu. Hemen her gün onunla birlikteydi, onu sayıyordu ama onun o kadar yürekli biri olduğunu bir türlü anlayamamıştı. Gerçek Değotluk’u şimdi tanımıştı. İçinde varolan bilinç, oracıkta birkaç kez birden artmış oldu. Kendisiyle alay etmemişti o, bir çocuğa gösterilecek özeni göstermiş ve kol kanat germişti, bu durum Değotluk’u daha da büyütmüştü karşısında. İçinde büyük bir özlem ve sevinç belirdi, sarılıp onu kucaklamak istedi. Onu örnek almaya,  Değotluk gibi davranmaya ve onu dikkatle izlemeye başlamıştı.

Ormana ulaştılar, ormanın kıyısında bir süre yürüdüler. Orman kenarında, içeriye doğru uzanan çayır kaplı bir meydanın başındaki bir ağacın dibine çöktüler. Bir taraflarında ırmak kıyısı boyunca uzanan bir açıklık vardı, oradan etrafı gözetleyebilirlerdi, öbür taraflarında da büyük bir orman uzanıyordu.

Bu yeri T’ıhuts’ık’u da tanımıştı. Ormanın içinden geçip stanitsaya (Kazak beldesine) giden yol işte buradan geçiyordu.
- Gün ağarıncaya değin burada kalacağız, köy ile stanitsa arasında gidip gelen olursa, onların el ayak seslerini buradan daha iyi duyarız. Gerisine de bakarız, dedi Değotluk, koca ağacın dibine rahat bir biçimde uzanarak.

Orman altı ıslak ve soğuktu. Orman kıyılarını kaplayan çekirge ve böcek seslerinden başka bir ses duyulmuyordu. İnsan kulağı bu seslere alıştığından, sonunda da duyulmaz oluyorlardı. Gece kuşlarının sesleri ve kanat çırpışları da bu seslere karışıyordu. Bazen da oturduğu daldan düşen kuşların kanat çırpışları duyuluyordu.

Bir şey duymadan ve de görmeden yarım saat kadar oturmuşlardı ki, çayırlığın öte ucundan bir kurt uluması geldi. Ardından sağ taraflarından da bir kurt uludu. Üçüncüsü ise tam karşılarında uludu; dördüncüsü ise arkalarından ormanın derinliklerinden uludu. Ara veriyor,  ardından yeniden başlıyor, ölü ağıdı okuyan kadınlar gibi, biri öbürünü izleyerek bir bir ulumaya başladılar. Biri ulumaya başladığında, on tanesi birden ulumuş gibi geliyordu insana, değişik uluma sesleri iki genci kuşatmıştı,  kadın ağıdını andıran ulumalar sürüp gidiyordu.

Değotluk kurt ulumalarını ilk kez duyuyor değildi, ama ne zaman duysa, ilk kez duyuyormuş gibi ilginç geliyordu bu sesler ona. ”Bunların bu denli yakınmakta olmaları niye acaba? Sanki kendileri hiç zarar vermiyorlar da, herkes kendilerine karşı acımasız imiş gibi, çok zorda olduklarını sanırsın bunların…” biçiminde şeyler düşünüyordu.

T’ıhuts’ık’u  da dikkat kesilmiş, adeta soluk almadan kurt seslerini dinlemekteydi. Kurt ulumalarını ilk kez böylesine yakından duyuyordu. Uzaktan çok duymuştu ama uzak ile yakın farklıydı. Uzaktan duyulduğunda köpek havlamasına benzer. Şimdi çok yakındalar, başucundalar, hiç de köpek gibi havlamıyor, bambaşka uluyorlar. Yakınmayı andıran uzun uzun uluma sesleri içinde hırlaşmayı andıran vahşi sesler de duyuluyordu. Bazan ince uluyor, bazen da kalın olarak uzatıyor; bazen sesini çok yükseltiyor, bazen da hırlıyor ve yavaş yavaş sesini azaltıyordu. Ardından aç bir yırtıcı yaratık biçiminde, havlama, hırlama ve uluma karışık, dişlerini gıcırdatarak yeniden ulumasına başlıyordu.

T’ıhuts’ık’u saçları diken diken olmuş yerinde oturuyordu…

Arkadaşının durumunu gören Değotluk, onun bir dost yardımı alması gerektiğini fark etti. Ağzını T’ıhu’nun kulağına dayayıp fısıldadı:
- Kurtlar sakin sakin uluyorlar, etrafta insan yok demektir bu. Bir insan kıpırtısı belirir belirmez kurtlar ulumaya son verecekler…

T’ıhuts’ık’u bir karşılık vermedi, ama bir insan sesi duymuş olması onu rahatlatmıştı. Rahat (гусэфэу) bir nefes aldı ve huzura kavuştu.

Geceyi ağaç dibinde geçirdiler. Sabah erkenden av peşine düştüler. Avları da bilinen vahşi hayvanlar değil, insanlıktan çıkıp vahşi hayvana dönüşmüş olanlar olacaktı. İzledikleri yaratıklar, aslan ve kaplanlardan daha korkunç olan yaratıklardı. Bunların her biri, gördüğünü gözünden vuran birer keskin nişancıydı.

Değotluk bir silahlı çatışma istemiyordu, çünkü karşısına çıkacak olanların kaç kişi olacağı bilinemezdi. İkisinde de fazla mermi yoktu. Vahşi yırtıcıları kendi taktikleriyle avlamayı düşünüyordu. Çok dikkatli hareket etmelerinin nedeni de buydu.

Çıt çıkarmadan sessizce koca ormana daldılar. Hemen her tarafı gözen geçirdiler, ama hiç kimseye ve hiçbir ize rastlamadılar. At bağlanan ya da insan izi olan bir yer de göremediler. Bir patika üzerinde birkaç at ayağı izi gördüler, ancak izler sağa sola sapmadan dosdoğru gitmişti. Çayırlı alanlar tırpancı ve hayvan uğramadığından gürleşmişti. Çalı ve sarmaşıklar nedeniyle orman geçit vermiyordu.

Güneş hayli yükselmişken, ormanın içinden akan bir küçük dereye ulaşıp geçtiler, güzel bir gürgen (пхъэшъабэ) ormanına ulaştılar. Burası tek tük kavak ve söğüt ağaçları da bulunan, dibi çalı çırpı ile kaplı bir yerdi. Taban zencay (зэнджай), kızılcık (зэешъоч), kızılağaç (ек1апц1э), haçı (хьачы) ve benzeri değişik ağaççıklarla sık bir biçimde kaplanmıştı. Yerleri gür otlar ve dikenli böğürtlenler (мэрк1уапц1э) sarmıştı, iki adım ötesini görmek olanaksızdı.

Değotluk, köylünün yakacak odununu aldığı o yeri çok seviyordu, arkadaşı Ahmed’le birlikte oraya gelmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Şimdi de korkulu ve karanlık ormanı terk edip güneş ışınlarının oynaşarak yere yansıdığı bu yere ulaştığında, arkadaşını yitirmiş olmanın dayanılmaz acısı yeniden içine oturmuştu. Yaşam sevinci uyandıran bu güzel orman köşesine ulaştığında, artık yanında olmayan arkadaşının acısını biraz olsun unutur olmuştu, dudaklarında biraz bir gülümseme , ama alnı acıyla kaplanmış durumda, bulunduğu yerde sanki donup kalmıştı.

Değotluk’un iç acısını T’ıhu fark etmişti, ona başka bir konu açıp onu acısından çıkarmak istedi:
- Burada biraz olsun kurulanalım.
- Olur, dedi Değotluk, önemsememiş gibi, yumuşak ve üzgün bir sesle.

İki genç yürüyüşlerine ara verdiler, çiy içinde yürüdüklerinden oldukça ıslanmışlardı, durup güneşte kurulandılar. Biraz emek, biraz da peynir yediler. Yeniden dere ve sel yarıklarından, kurt ve tavşan yollarından ilerleyerek, öğleden sonraya değin ormanı taradılar. Tek tük at izlerini daha sıkça görmeye başladılar. Yanında yanık kağıt parçaları kalmış birkaç sönmüş ateş iziyle de karşılaştılar. Ancak hiçbir insan ve at sesi duymadılar…

Artık umutları tükenmiş, dönmeyi düşünür oldukları bir sırada taze bir at ayağı iziyle karşılaştılar. Terk edilmiş eski bir patika üzerinde bir süre taze izlerin peşinden yürüdüler. Ardından izler saptı ve yandan orman içine doğruldu. Ezilmiş otlardan atın bir süre önce buradan geçmiş olduğu anlaşılıyordu. Gençler izleri izleyerek epeyce yürüdüler, ormanın derinliklerine ulaştılar.

Ansızın Değotluk elini kaldırıp durdu. T’ıhuts’ık’u da yerine mıhlandı.
- Bir at puflaması kulağıma gelmiş gibi oldu, dedi Değotluk, çok alçak bir sesle.

Sessizce ve dikkatlice bir süre dinlemede kaldılar. Oldukça uzaktan bir at puflaması sesini ikisi de duydu. Patikadan ayrılıp tabancalarını çekmiş halde at puflamasının geldiği yere doğru ilerlemeye başladılar.

İlerledikçe at puflamalarını daha yakından gelmeye başladı, biraz daha ilerleyince, atın ayaklarıyla yere vurma sesleri de duyulmaya başladı. İki genç yürümeyi bırakıp sürünerek ilerlemeye başladılar.

Ses çıkmaması için dikenli ormanda ilerlerken hayli de zorlandılar. Güneş alan boş bir küçük çayırlığa ulaştılar. Atın geviş getirme sesi de artık duyuluyordu.

Değotluk çok dikkat ederek ot ve yaprakları araladı, bir baktığında, karşısında bir çayırlık (гъэхъунэ) alan gördü. Alanın ortasında uzun bir iple çok güzel bir kıratın (пц1эгъоплъ) bağlanmış olduğunu gördü. Başka bir şey görmedi.

Değotluk’un o yerden ayrılmaması üzerine telşa kapılan T’ıhuts’ık’u, kendi de bir yer aralayıp baktı. Atı görür görmez kendinden geçti ve hızla Değotluk’un elini yakaladı.
- Darhoko’nun atı bu!. . der demez Değotluk hemen abanıp eliyle T’ıhuts’ık’un ağzını kapadı. İkisi de ürkmüş durumda, yeniden gözlerini çayırlık alana çevirerek, birileri duymuş olmasın diyerek, kımıldamadan bir süre beklediler… Ancak hiçbir kıpırtı olmadı. At yalnızdı. Rahat bir soluk alıp bulundukları yerden ayrıldılar. Değotluk gözleriyle sorarak T’ıhuts’ık’u’a baktı. T’ıhuts’ık’u çok yavaş bir sesle, ama heyecanla soluyarak, Değotluk’un kulağına fısıldadı:
- Darhoko’nun atı bu, o! Görür görmez tanıdım. Köyü bastığında bindiği at buydu.

 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son