...................
...................

MUTLULUK YOLU      1.BÖLÜM -05

K'ERAŞ Tembot
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Orijinal Adı:
К1ЭРЭЩЭ Тембот; Насыпым игъогу

                         
...................
...................
VIII. YAŞLILARIN HÜKMÜ

Yürütme komitesi (muhtarlık)  binasında hayli insan toplanmıştı. Bir grup yaşlı duvar boyunca uzanan ince uzun bir tahta sedirde oturuyordu. Bunların çoğu tüylü kalpaklar ve koyun pöstekisinden adi kürkler  taşıyorlardı.
Daha şık giyimli olan birkaç yaşlı başlı kişi ise baş sıralara kurulmuşlardı. Kaba sakallı ve bıyıklı kişiler arasında, kırpık sakallı ve bakımlı olanları da vardı, bunlar arada bir parıldayan gümüş dişler gibi yaşlıların arasından seçiliyorlardı.

Koyun pöstekisinden kaba kalpaklar taşıyanlar dışında, tek tük Buhara işi işlenmiş kaliteli kalpaklı olan kişiler bulunduğu da görülebiliyordu. Çarşı ekmeği gibi dolanık sarılmış sarıklı bir kişi de vardı aralarında.

Giyim kuşamları gibi, yaşlıların yüz hatları ve dış görünümleri de farklıydı. Rahat bir yaşamları olmasından olmalı, sarıklı ve Buhara kalpaklı yaşlıların yüz hatları daha tazece ve daha düzgündü. Kendilerinden daha emin ve çok şeyi bilen kişilermiş gibi oturuyorlardı, dizginleri elden bırakmak istemedikleri de her hallerinden anlaşılıyordu. Bu gibi kişiler en baş köşeye, yönetim masasının başına kurulmuşlardı.

Tüylü kocaman kalpaklarının altından bakmakta olan yaşlıların görünümü diğerlerinden farklıydı:Onların yüzleri kavrulmuştu, yüzlerinde yer yer güneş yanıkları vardı, yaşlılıktan ötürü belleri de bükülmüştü; zorlu yaşam koşulları ve yokluk, onları bu hale getirmişti, yaşamları boyunca sırtlarından kalkmamış olan onca zorluk, yüzlerine de yansımıştı, buruşup küçülmüş ve dişsiz kalmış ihtiyar yüzleri kocaman kalpaklarının altından zar zor seçilebiliyordu. Bunlar, öteki varlıklı kişilerin alt taraflarına, kapı eşiğine yakın yerlere sıralanmışlar, oralara oturtulmuşlardı. Kürek sapını sağlam tutmaya alışmış olmalılar, bastonlarını da sap kısımlarından sıkıca avuçlamışlar, boyunduruğa koşulu öküz misali, koşulu olmanın dayattığı bir eziklik ve boyun eğmişlikliğe koşut biçimde boyunları da büküktü; içeri alınmaya değmezlermiş ama her ne hikmetse yaşlılar meclisine alınmışlarmış gibi ezik ezik oturmaktaydılar. Gençler ise duvarlara omuz vermiş, kapının iki yanına yığılmışlardı.

Bibolet içeri girdiğinde, yaşlılar bu girişin ne anlama geldiğini anlayamamış olmakla birlikte, yine de kendisi için ayağa kalktılar.
- Buyurun, oturun, diyerek en baştaki kişi kendisini güler yüzle karşıladı. Siyah abası, altın saati ve Buhara işi kalpağından, onun köy imamı (ефэнды) olduğunu hemen anlamıştı Bibolet.
- Otur (т1ыс), dediler öteki yaşlılar da.
- Ayakta kalabilirim, sorun değil, dedi Bibolet.
- Otur, henüz çocuksan da konuksun! diyerek imam kendi yerine oturdu.

Adige geleneğinde yaşlıların yanında ayakta dikilmenin daha uygun düşeceğini Bibolet de biliyordu. Ancak onun bir de ayrı bir komsomol (*) anlayışı vardı. Nezaket gereği de olsa, gelen birbirine oturması için yer gösterildiğini, bunun bir Adigelik ve insanlık geleneği olduğunu çok iyi biliyordu. Ancak sınıf üstünlüğüne, verk ve varlıklıya saygı anlamında ayakta kalmayı da uygun bulmuyordu. Birçok oturulacak yer varken sap gibi orta yerde dikilmenin de bir anlamı yoktu. Etrafına bir bakındı, boş bir tabure (пхъэнт1эк1у) gördü ve oraya oturdu.

Yaşlılar Bibolet’in oturmasından hoşlanmamışlardı. Ayıplamışlar gibi yüzlerini ondan çevirip başka yönlere döndürdüler.

Bu arada içeriye Halaho girdi.
- Selamünaleyküm!
- Ve Aleykümselam, Halaho! diyerek, onun için de ayağa kalktılar.
- Siz konuk olmalısınız, dedi, içeridekileri de umursamadan Bibolet’in yanına gelip. ''Hoş geldin, konuğumuz!'' diyerek elini ona uzattı Halaho.

İhtiyar, nasırlı elleriyle Bibolet’in elini bir okşadı.

Halaho kabarık tüylü kalpaklı yaşlıların gerisinde bir yere, küçücük cüssesiyle ilişiverdi.

- Bu konuk da kim ola ki, çıkaramadım bir türlü, diye sordu yaşlılardan biri. Soru sorma biçiminden yaşlının Bibolet’in oturmuş olmasından hiç hoşlanmamış olduğunu, bir gencin öyle davranmaması gerektiğini, bunu yakışıksız bulduğunu, açıkçası belli ediyordu.
- Mezokoların oğlu, bir öğrenci, dedi Mıhamet.
- Okuyorsa, çok iyi, Tanrı kendisine bilimin yolunu açsın, dedi bir hacı.
- Okusun, yeter ki aslını unutmasın, yadsımasın halkını, diye eklemede bulundu İshak da.
- Bu genç konuğumuzun iyi bir eğitim aldığını, birçok kitap okumuş olduğunu duydum, diyerek bir tek Halaho, Bibolet’e arka çıktı. Halaho öteki yaşlılar gibi gizli kapaklı, kinayeli konuşmayan, içindekini dolandırmadan söyleyen biriydi.
- İyi bir adam olacaksa, yarıştığı kişilerden geri kalmasın, kendi toplumunu da (ылъэпкъ) utandırmasın yeter ki.
- Tanrı diye bir şey yoktur diyenlerden olmadığı sürece okumasında bir sakınca yok, iyi de olur, diyerek, tatlı bir dille eklemede bulundu bir önceki hacı.
- O konuda,az da olsa ortama uymak gerekir, ”Kimin arabasına biniyorsan onun türküsünü söyle” (Зику уисым иорэд 1о) dememişler boşuna, diye laf attı giyimi kuşamı yerinde ve gıcır gıcır bir Buhara kalpağı da taşıyan başka bir yaşlı olan Alıko Yeteğan (Алыкъо Етэгъэн).
- Öyle tabii, ”Pisliğe abanmış olsan bile sıkı tutun” (бзаджэм ухэ1абэми, пытэу убыт) dememişler boşuna, dedi daha homurtulu bir biçimde köy imamı da.

İmamın sözü odada soğuk bir rüzgar esmesine neden oldu, bir süre bir sessizlik yaşandı.
- Vallahi de hoca, o sözü söyleyen tam da yerinde söylemiş, diyerek kahkahayı bastı Alıko.

Bir eski araba gıcırtısı gibi, ihtiyarların kahkahaları, baş taraflarda daha yoğun bir biçimde başladı ama sıranın aşağı tarafların, pek hoşlanılmamış gibi,ses tonu düşerek sürdü.Bu sözlerin kime bir dokundurma olduğunu herkes anlamıştı.

Bibolet de durumu görmüş,iyice sinirlemiş ve kanı beynine sıçramıştı. İlkin, kendisine yöneltilen bu aşağılayıcı sözleri aynen, gerisin geri yüzlerine çarpmayı, köy imamı da aralarında olmak üzere kendini bilmez bu tür arsız kişiler yüzünden Adige emekçilerinin neler çekmiş olduklarını açık açık yüzlerine vurmayı, artık böyle sırıtıp,böbürlenip oturamayacaklarını ve keyif çatamayacaklarını, bu dönemin artık kapandığını, Sovyet iktidarının bu tür kişilere çok yakında gereken dersleri vereceğini, onlara sert ve kesin bir dille anımsatmayı içinden geçirdi. Ancak öyle yaptığı takdirde,büyük bir  yanlış yapmış olacağını hemen anladı. Bunu herkes yakışıksız bulacaktı,sonuçta kimseyi  kınayamamış, amacına da ulaşamamış olacaktı.Böyle uygunsuz davrandığında,davranışı budalaca ve edepsizce bulunacak ve bundan asıl karşı taraf yararlanmış olacaktı. Ayrıca buradaki emekçi insanları da kendisinden soğutmuş ve uzaklaştırmış,kendisinden destek uman zavallı kadına da yardım etmemiş olacaktı.Yaşlıları yasa ve yargı sözleriyle korkutmak sorun değildi, ama onlar, yine de kendi aralarında gizlice anlaşıp, kadını da ürkütüp sindirir, onu daha da zor bir duruma düşürmüş olurdu.

Nasıl bir yanıt vermesi gerektiğini düşünüp dururken, kendisine beklenmedik yardım köy imamından geldi.
- Konuğun kalbini kırmışım galiba, dedi sahte bir gülümseyişle imam.
- Hayır, kalbim kırılmış değil.Yeni iktidar sayesinde,köylü emekçi ailelerinin çocuklarının okullarda parasız olarak okutulmakta olmalarını kötü bir şeymiş gibi algılayanların içimizde bulunduğunu biliyorum. Hela çukurunda barınan kurt ve solucanlar için, içinde yaşadıkları pislik  en lezzetli yiyecektir, buna benzeyen kişilerin,eski yaşam biçimini en iyi bir yaşam biçimi imiş gibi algılamaya devam eden kişilerin hala aramızda bulunduğunu  da biliyoruz, diyerek yaşlıların yaptığı gibi gülümseyerek yanıt verdi Bibolet de imama.

Bu karşılıklı sert atışmanın kötüye varmasından çekinen yaşlılar sessizleştiler ve bir süre bekleştiler. Olumsuz havayı şakaya getirip dağıtma görevi yine Halaho’ya düştü:
- Vallahi de hoca, o benim gördüğüm çocuk, senin öyle hafife alacağın birine,hiç de kolay bir lokmaya benzemiyor.
- Hak ettiğim yanıtı verdi bana! İmam,kızmanın kendisi için çıkar bir yol olamayacağını anlamıştı.
- Öyle tabii, çocukla laf yarıştırırsan olacağı budur, dedi eski bir kırık bir araba gıcırtısı gibi sesler çıkaran  başka bir yaşlı.

Yaşlının konuşma biçiminden onun kendisine karşı çok kızgın biri olduğunu fark etmişti Bibolet. Ayrıca karısının durumu görüşülecek olan ihtiyarı anımsayarak, ”O kişi acaba bu mu?” diye düşünerek ihtiyara yeniden bir kez ve daha dikkatlice bir baktı. Bu kişiden daha berbatını, parayla arasan bile bulamazdın: Bir deri bir kemik, kupkuru ve ölü gibi sararıp solmuş biriydi. Sıcaktan bunalmış bir karga nasıl ağzını açıp solarsa, o da öyle ağzından ağır ağır  solumaktaydı. Canlı kalan tek varlığı  gözleriydi: Ateşte pişip kızarmışlar gibi parlıyorlar, baktığı yerlere batıyorlarmış gibi kızgın kızgın bakıyorlardı. Yaşlıyı asıl çirkinleştiren şeyse,içinin  de bozuk olduğunun açıkça anlaşılmakta olmasıydı, onu asıl sevimsizleştiren özellik de buydu.

İhtiyar, Bibolet’in kendisini süzerek bakmakta olduğunu anladı ve ona iğneleyici gözleriyle bir kez daha sert sert bir baktı. İhtiyar ayrı bir yerde yalnız başına oturuyordu. Bakışından ve ayrı oturmasından onun söz konusu kadının kocası olabileceğini aklından geçirdi. Mıhamet’e doğru imalı imalı bir baktığında yanılmadığını onun göz kırpmasından anlamıştı.

Bir çocuk içeri girdi:
- Amdehan (Амдэхъан) geldi, bekliyor diye imama haber verdi.
- Öyleyse, gençler dışarıya çıksınlar! diye buyurdu imam.

Gençler isteksizce de olsa dışarı çıktılar. Mıhamet gibi yaşı ilerlemiş bir iki genç içeride kaldı. Bibolet’se yerinden kımıldamadı. Bibolet’in oturmasına ne diyeceklerini bilemeden hacı ile imam bir süre birbirlerine bakıştılar ve konuğun kendiliğinden dışarı çıkıp gitmesini beklediler. Konuğun çıkmayacağını anlayınca da imam sözü başlattı:
- Haydi, çağırın kadını da bu işi bir an önce bitirelim. Konuk içeride kaldı ama zararı yok... Ne de olsa, o da bir Adige çocuğu.

Ayakları çıplak, üstü başı perişan, sanki cansız bir gölge gibi bir kadın içeri girdi. Gözleri aşağıya bakar biçimde, sessizce duvar dibine dikildi. Üstündeki ipekli şalının iki ucunu çekmiş, sıkıntısından şalının uçlarını çekiştirmeye başlamıştı.

Buğday tenli, genç bir kadındı. Kalın kaşları aşağıya sarkmış, sanki gözlerine batacakmışlarmış izlenimini veriyorlardı. Bir hata işlemekten çekiniyormuş gibi dudaklarını kapatmış sessizce oluğu yerde duruyordu.

İçeridekiler ayağa kalktılar.
- Otur, dedi imam.
- Otur, diyerek hacı da ona katıldı.

Ancak kadın Adige geleneği gereği konuşmadı, tek sözcükle de olsa bir karşılık vermedi. Adigelik gereği denilerek kendisinin aleyhinde baştan alınmış olan hükmü biliyormuş gibi sessizce duruyordu.

Nefretini de içine atmış ayakta durmaktaydı.

Bibolet ayağa kalkıp oturduğu tabureyi ona uzattı.
- Hayır, sağol, oturmayacağım!diyerek sert ve soğuk bir ifadeyle tabureyi gerisin geri itti. Ardından bir baktığında tabureyi uzatanın Bibolet olduğunu anladı, gözlerindeki kızgınlık geçti, yumuşamış bir ses tonuyla:
- Siz oturunuz,dedi.

Yaşlılar da kadının kendilerine karşı duyduğu bu soğuk yaklaşımın farkına varmışlar ve  hiçbir şey demeden kendi yerlerine oturmuşlardı. Konuşmadan bir süre beklediler. Öncesinden verilmiş olan bir kararı nasıl açıklayacaklarının yolunu düşünüyor olmalıydılar.Yeryüzünün tüm yükünü sırtlanmışlar gibi, başlarını hep bir ayar yana eğmiş ve göğüslerini de bastonlarına dayamış oturuyorlardı.

İçlerinde kaygısız, kendine güvenli ve başı dik durumda olanı ise sadece köy imamı idi. Elindeki “Tanrı’nın kutsal kitabına” dayanarak geçmişi, geleceği ve her şeyi kavradığını, bu kadının yargılanması işini, en iyi bir biçimde ancak kendisinin yerine getirebileceğini bilmekte olduğu  havasını basıyordu. Sıradan kişilerin göremediği şeyleri kendisinin gördüğünü, basit insanların aklının ermediği şeyleri kavrayan bir bilgiye sahip ve çok yetkin biri olduğunu bilen biri imiş gibisine baş köşeye kurulmuştu.

“Adaleti ve merhameti temsil eden, görmediği, duymadığı ve erişmediği bir yer ve varlık bulunmayan, başlangıcı, sonu ve benzeri olmayan Ulu Tanrı, olacağı, ölümü ve alın yazısını öncesinden belirlemiştir… İnsan, hayvan ve bitki, yeryüzündeki her canlının geleceği, kaderi ve her şey Kuran’da yazılıdır… Kuran’daki bilgi ve bilimin ucu ve bucağı yoktur.

Son peygamber olan Muhammed Peygamber dışında, Kuran’da yazılı olanları bütün yönleriyle ve tam olarak anlayan ve anlatabilecek olan biri günümüze değin yeryüzüne gelmemiştir, bundan sonra da gelmeyecektir. Bu nedenle Kuran’da yazılı olan şeyleri Adigece'ye çevirmeye kalkışanlar gavur olacaklardır. Kuran’da yazılı olanları yorumlayabilecek ve bu yorumlara dayanarak hükümler çıkarabilecek olan kişiler ise,sadece imamlardır (ефэндыхэр). Tanrı, dünya hükmü olan şeriatı imamların eline teslim etmiştir, bu nedenle ölüm, yani hesap günü ile baş başa kalacak olan ölümlü insanın imamların sözünden asla dışarı çıkmaması gerekir…”

İmamın düşünceleri bu ve buna benzer şeylerdi, gurur ve böbürlenme kaynağı da bu düşüncelerde yatıyordu.

Öbür yaşlılar da imamın yüzündeki bu bilge ifadeyi saygıyla karşılıyor, onun bu konuda ne diyeceğini merakla bekliyorlardı.
-
Hoca sen ne diyeceksin, diyerek yumuşak bir ses tonuyla sordu hacı.
- Hacı, ne dememiz gerektiğini sen de biliyorsun… Elbette şeriatın dışına çıkarak bir şey söylemeye yetkimiz yoktur, dedi imam da.
- Bilmem, Harun bir şey söylemek ister mi, diye sordu hacı, o çirkin ihtiyara dönüp.

Üzerinden ağır bir vasıta geçmiş de, o yüzden karton gibi ezilip kalmış biri gibi,bastonuna dayanıp zar zor ayağa kalktı Harun. Gözleri ile odayı şöyle bir gözden geçirdi, sesi az çıktığından, göğsünden parça parça kopup geliyormuş gibi zorlana zorlana sesini duyurmaya çalışarak konuşmaya başladı:
- Siz pek bir farkında değilsiniz ama, artık günlerim sayılı benim. Bu yaşlı başımın geleceğini sizin elinize, vereceğiniz hükme bırakıyorum şimdiden,hükmünüzü aynan kabul etmeye hazırım.Zahmet buyurup buraya kadar gelmiş olan yaşlı başlı kişilerden, hacı ve hocalardan tek bir dileğim var, o da bu yaşlı halimle beni bir başıma ve umarsız bir durumda bırakmamanız ve bana yardım elinizi uzatmanızdır.

Yaşlı kişi öksürüğe tutulduğundan daha fazla konuşamadı.

Yırtılan bir paçavranın çıkardığı  sesler gibi sesler çıkaran ihtiyar,aynı zamanda  hırıltılı bir biçimde öksürmekteydi. Öksürük sesleri ve saçtığı tükürükler arasından sarı ve kırmızı karışık irice bir balgam da çıkardı,balgam biraz ilerisinde yere düştü. Harun, sıkıntı veren balgamını attıktan sonra rahatlamıştı,nitekim rahat ve  sessiz bir biçimde yerine oturdu.
- Amdehan, sen ne diyeceksin bu duruma? Ne diye kocanı dinlemiyor,onu böylesine yakınmalarına  neden oluyorsun? Sana ne gibi bir kötülük yapmış olabilir  kocan?
- Bana  kötülük yapıp yapmadığını tartışmak için buraya gelmedim,artık ben onu istemiyorum.Ayrıca  isteyerek de evlenmiş  değilim onunla,zorla verdiler beni ona. Şimdi ondan  ayrılmak ve  ayrı yaşamak istiyorum, diyerek ezilip büzülmeden ve çekinmeden içindekini aynen söyledi Amdehan.
- Bugüne değin kendisiyle geçinmişsin de artık neden geçinmek istemiyorsun, diyerek, kutlu (mübarek) biri imiş de kadını kınıyormuş gibi bir çalım takınarak sormuştu hacı Amdehan’a. ”Eşini bu yaşlı haliyle bir başına bırakıp gitmeye kalkışmanı nasıl açıklayabiliriz?
- Ben onunla isteyerek evlenmedim, şimdiye değin umarsızdım. Bana talak (boşanma) hakkı da tanımadı bir türlü. Katlanmak zorunda kaldım… Üstelik o benden daha yalnız olan biri değil, çoluk çocuğu, bakacak bir sürü kimsesi var. O beni sadece bir köle (унэ1ут/vıneut) gibi kullanmak, kendisine hizmet ettirmek için istiyor…

Eski yaraları deşilmiş de yılların içinde biriktirdiği onca acı dolu birikimi dışarıya atıyormuş gibi ağır ağır konuşuyor, bu çileye artık daha fazla katlanamayacağını belli ediyordu Amdehan.
- Peki, şimdi kocan sana talak hakkı tanıyor mu?
- Onun bana talak hakkı tanımasına gerek kalmadı,yasalar bana boşanma hakkı tanıyor artık!

Kadının sözleri, hiç beklemedikleri bir anda tepeden içeriye düşen bir kum yılanı gibi odadakileri çarpmış, herkesi ürkütmüş ve şaşkına çevirmişti. Hacı da, dili dibinden kopup düşmüş gibi, göz kapaklarını aşağıya indirmiş, bir süre önüne bakıp kalmıştı.
- Bak, güzel kızım, senin o gibi sözler söylemen sana hiç yakışmıyor, dedi hacı bir süre sonra, adaleti arayan bir kişi postuna bürünerek. ”Bak burada oturanlar arasında seni sevmeyen ve sana zarar vermek isteyen kimse yok. Biz Adigeler olarak bugüne değin bir toplumsal geleneği izlemiş, ilişkilerini de ona göre düzenlemiş olan insanlarız, böylesine bir toplum olarak bugünlere geldik.Yani insanlığa, utanma ve arlanma duygularına değer vererek bugünlere geldik. Başka toplumlar tarafından Adige adının kötüye çıkarılmaması, kirletilmemesi için elimizden gelen her şeyi yaptık. Bu güzel geleneklerimizi, insanlığımızı yitirmezsek çok daha iyi olur. Sen de dost bir Adige yüzü ile karşı karşıya yaşamak istiyorsan, Adigeliği ve Adigelere özgü olan saygı anlayışını yitirmemen, dışlamaman gerekir. Senin sözünü ettiğin yeni yasalar kadınlarla ilgili olan  şeylerden değil,ayrıca yasalar bizi bağlamaz. Herkes her aklına geleni yapamaz. Tanrı alnına ne yazmışsa o olur, buna katlanman, bir Müslüman olduğunu da asla unutmaman gerekir. Er geç gideceğin yer olan hesap gününü (ahreti) aklından çıkarma. İnsanların ve Tanrı'nın ilencini (nefretini)  de üzerine çekme, kal kaldığın yerde kadın olarak! Burada toplanmış hacı, hoca ve yaşlılar olarak sana söyleyeceğimiz son söz budur! diyerek, bir sarıklıdan beklenmeyecek sert ifadelerle, kararlı ve içindeki kızgın ateşi ortaya döker bir biçimde hükmünü belirterek konuşmasını tamamladı hacı.

Hacının hemen ardından imam da uzun uzadıya bir konuşma (vaaz, уаз) yaptı, kıyamet günü ile şeriatın hükümlerini bir bir anlattı,yalancı dünya nimetlerine aldanıp Cehennemin yolunu tutacak olanları bekleyen azaplardan söz etti. Sözlerinin daha etkili olması için Kuran’dan Arapça sureler okudu, böylece Arapça bilmeyen  oradaki kişileri korkutmaya çalıştı,yer yer  Arapça sözcükleri sesini yükselterek Adigece'ye çevirdi ve kendince de yorumladı.

Amdehan başı öne eğik ve sessiz bir biçimde ayakta duruyordu. Ancak göğsünün kalkıp inmekte olmasından içindeki sıkıntıyı fark etmemek de olanaksızdı.
- Hoca, hele bir dur, diyerek, imamın konuşmasına ara verdiği bir anda Bibolet konuşmaya müdahale etti. ”Burada aklımın yatmadığı bir şey var:Sizin insanlık, Adigelik ve Müslümanlık anlayınız çok sığ ve sınırlı,her nedense,sizing dünyanızda kadına  kendi geleceğini özgürce düzenleyebilmesi için  hiçbir yer bırakmamış olduğunuz anlaşılıyor!

Bibolet’in konuşmasını tamamlamasına fırsat vermeden,Amdehan, durduğu yerden ileriye doğru bir iki adım attı, canını dişine takarak konuşmaya başladı:
- Anlaşılan asıl sizler Allah’tan hiç korkmuyorsunuz! Ben Tanrı'ya karşı ne gibi bir günah işlemişim de bu durumlara düşmüşüm? Bakın bir bana,bakın  bir de  beni birlikte yaşamaya zorladığınız o kişiye! Ben onun gibi birisiyle nasıl olur da ortak bir yaşam sürdürebilirim!

Amdehan şalını sırtından atıp sıkılmayı ve darlanmayı bir yana atıp yaşlıların karşısına dikildi. Görmediği dünya nimetlerini ve kendisi için insanlığı arayan bir kadının gencecik vücudu çıkıvermişti ortaya.
-Sizin adalet ve Müslümanlık anlayışınız bu kadarlık mı?!

Bu acı sözleri söyledikten sonra Amdehan, insanın sadece görmekle bile içini karartacak  bir biçimde, eliyle yüzünü kapatıp ağlayarak dışarı çıktı.

Yaşlılar, dilleri tutulmuş gibi bir süre sessizce oturdular.
- Vallahi, çok doğru söyledi! Harun, çok yaşlı biri, zorlamasın kadını,çekilsin kendi köşesine! Kendi kendisine söylüyormuş gibi konuşarak sessizliği ilk bozan yine Halaho oldu.

Ardından Bibolet ayağa kalktı ve konuşmaya başladı:
- Hiç kimse darıldım marıldım demesin,sizin hüküm verme biçiminiz, her şeyiyle yanlış ve yasa dışı, bizim görüşümüze göre,sizin hüküm verme biçiminiz,bizim yeni anlayışımıza ve yasalara  aykırı,ayrıca hiç adil değil. Boşanma davalarında karar verme yetkisi,sadece Sovyet yargısına bırakılmıştır.Devlete bırakılmış olan bir yetkiyi, siz, “şeriat, hüküm, Adigelik ve Adige ayıbı gibi” gibi adlara sığınarak gasp edemezsiniz; kadına böylesine dayatmada bulunnayı sürdürür ve yasaları çiğnemeye devam ederseniz, er geç bunun ucu size de dokunabilir, hepiniz yaptıklarınızdan sorumlu tutulabilirsiniz! Yaşlılar karşısında Adige gençlerinin takındıkları  eziklik duygularını bir yana atmış ve şimdiye değin kimsenin göze alamadığı bir biçimde, şakaya da vurdurmadan ya da kızmadan konuyu ciddi olarak ortaya koymuş oldu Bibolet…
- Vallahi de Bibolet, hocaya hak ettiği yanıtı aynen verdin! dedi Mıhamet, toplantıdan ayrılıp dönerlerken yolda, ”ama yaşlıları da adamakıllı öfkelendirmiş olduğunu artık bilmelisin”.
- Öfkelenmişlerdir  ama hepsi değil. Bana kızmayan, benden yana çıkmaya hazır yeteri sayıda insan da vardı orada.
- Behuko Hacı, böyle bir toplantıya nasıl oldu da gelmemiş ki, ilginç değil mi sence? Senin toplantıda olacağını anlamış olmalı o arsız hacı, diye sözlerini sürdürdü Mıhamet.
- Başkan (Председател; Muhtar) yok muydu, niye hiç görünmedi ki?
- Yoktu, ama gelse bile fark etmezdi. O, yaşlıların çizdiği çizgi dışına çıkabilecek biri değil.
- Böyle bir başkanlık (muhtarlık) olmaz, durumu hemen ilgili yere bildiririm ben. Kadının durumunu ise savcılığa bildirmek, o yaşlı başlı kişileri
de yargı önüne çıkarmak gerekir, dedi Bibolet.


(*) Komsomol- Komünist Gençler Birliği. -HCY
 
1. Parti    
1. Bölüm 4. Bölüm 7. Bölüm
2. Bölüm 5. Bölüm
3. Bölüm 6. Bölüm    
            
2.
Parti  
 
1. Bölüm 7. Bölüm 13. Bölüm
2. Bölüm 8. Bölüm 14. Bölüm
3. Bölüm 9. Bölüm 15. Bölüm
4. Bölüm 10. Bölüm 16. Bölüm
5. Bölüm 11. Bölüm 17. Bölüm
6. Bölüm 12. Bölüm    
           
3.
Parti  
            3. Baskı Önsözü  >>>
1. Bölüm 5. Bölüm 9. Bölüm
2. Bölüm 6. Bölüm 10. Bölüm
3. Bölüm 7. Bölüm 11. Bölüm
4. Bölüm 8. Bölüm    
           
4.
Parti  
 
Son